Atak Logo

Atak Menü

Şükriye Ercan

Şükriye Ercan

30 Temmuz 2025, 17:13 | Kadın

SEMBOLİK ŞİDDET: ŞİDDETİN EN USTACA HALİ (Şükriye Ercan)

SEMBOLİK ŞİDDET: ŞİDDETİN EN USTACA HALİ (Şükriye Ercan)

Şiddetin tanımını hep dışarıda aradık. Kadınların gözlerine çekilmiş perdelerde, çatlak kemiklerde, tutanak altına alınmış tehditlerde. Oysa şiddet, bazen ne bağırır, ne iz bırakır. Kimi zaman fısıldar. Kimi zaman da sessizliğin içinde kendini kutsar. 

 

Sembolik şiddet, işte tam da budur. 

 

Sessizdir. 

 

Doğalmış gibi gelir. 

 

Ve kadınlar çoğu zaman bunu bir şiddet biçimi olarak bile tanımaz. 

 

Bir kadının, yüksek sesle konuşmaktan çekinmesi. 

 

Söz alırken iki kere düşünmesi. 

 

Sokağa çıkarken giyeceğini değil, gözleri hesaplaması. 

 

Gülüşünü, adımlarını, bakışını törpülemesi… 

 

Bunlar yalnızca kadın olmakla gelen “naz” değil; sistemin kadına dayattığı görünmez tahakkümün, kadının kendi eliyle yeniden üretimidir. Erkeğin kadına ne yaptığı kadar, kadının kendine ne yaptırdığıdır da bu. 

 

Kadının “bedeni” bu şiddetin ilk alanıdır. 

 

O beden sürekli kontrol altına alınmalıdır: giyimiyle, yürüyüşüyle, makyajıyla, sessizliğiyle. 

 

Kadın olmak, bir tür “görülme biçimi”ne indirgenir. Göz için süslenen bir nesneye, bir vitrin varlığına dönüşür. 

 

Bu nedenle kadın çoğu zaman var olamaz. 

 

Ancak sunulabilir. 

 

Erkek egemen düzen, kendini ancak kadınları nesneleştirerek sürdürebilir. 

 

Ve bu düzenin en usta hamlesi, kadını buna ikna etmesidir. 

 

Kadının kendi yokluğunu ahlak sanması, arzularını bastırmayı erdem bilmesi, görünmemeyi iffet sayması… 

 

İşte şiddet tam da burada başlar. 

 

Kadınların büyük çoğunluğu, bastırıldıklarını bir “suç” değil, “kader” olarak öğrenir. 

 

Erkek “üstte” olur, çünkü bu doğaldır. 

 

Kadın susar, çünkü bu uygundur. 

 

Kadın bekler, çünkü zaten beklemesi gerekendir. 

 

Şiddet en çok da burada ustalaşır: 

 

Kurbandan rıza üretir. 

 

Ve bu rıza, şiddeti meşrulaştırır. 

 

Evet, sembolik şiddet bazen kadınların omzuna yüklenen suskunlukla işler. 

 

Bazen sesini alçaltmakla, bazen kendini küçültmekle. 

 

Bazen ise bir jinekolog muayenesinde, gövdesinin alt kısmı örtülerek kadınla cinselliği arasına çekilen sembolik perdeyle. 

 

Ve işte bu yüzden sembolik şiddet, sadece bireysel değil, yapısaldır. 

 

Bireysel dirençle aşılmaz. 

 

Çünkü bu şiddet, kadınların sadece odasını değil, zihnini de inşa etmiştir. 

 

Onlara sadece ne yapmaları gerektiğini değil, ne istememeleri gerektiğini de öğretmiştir. 

 

O yüzden, sadece yasalar yetmez. 

 

Kadınlar kendi içlerindeki suskunluğu da parçalamadıkça, o şiddet var olmaya devam eder. 

 

Çünkü şiddet bazen bağırmaz. 

 

Ama kadınların sesini keser. 

 

Ve biz artık şunu sormalıyız: 

 

Kadınların sessizliği, gerçekten onların rızası mı? 

 

Yoksa bir sistemin en ustaca kurguladığı boyun eğiş biçimi mi? 

 

Sembolik Şiddetin Kadınlar Arası Hali 

 

Sembolik şiddetin yalnızca erkeklerden kadınlara yöneldiği düşüncesi, bu şiddetin doğasını eksik kavramaktır. 

 

Çünkü sembolik şiddet, sisteme dahil olmuş her özneden gelebilir. 

 

Kadın bilincinden yoksun kadınlar, başka kadınlara en sert ve görünmez biçimde sembolik şiddet uygulayanlar haline gelebilir. 

 

Sistemin dilini, ölçüsünü, değerlerini içselleştirmiş kadın, bu düzenin bir denetim aracına dönüşür. 

 

Politik alanda bu, çok daha görünür bir hal alır. 

 

Kadınlar, eril söylemle “erkek gibi kadın” olmaya öykündüklerinde; başka kadınların duyarlılıklarını, söz kurma tarzlarını, temkinini ya da öfkesini “ciddiyetsizlik”, “zayıflık” ya da “fazlalık” olarak etiketlediğinde; bir kadın, bir başka kadını gözleriyle hizaya soktuğunda… işte orada sembolik şiddet devrededir. 

 

Kadın bilincinin olmadığı bir yerde kadın bedeni sadece bir disiplin nesnesine dönüşür. 

 

Kadınlar birbirlerini kıyafetleriyle, duruşlarıyla, kadınlık halleriyle yargılar. 

 

Kadının “özgürleşmiş hali” bile sistemin onayından geçmediği sürece kabul görmez; toplumun, siyasetin, örgütün, ailenin onayından. 

 

Kadın, bir başka kadının hikâyesine “fazla” der. 

 

Kadının öfkesine “abartı”, 

 

Kadının deneyimine “kişisel”, 

 

Kadının talebine “zamansız” der. 

 

Oysa tüm bunlar sistemin ta kendisidir. 

 

Sembolik şiddetin en sinsi hali de budur: 

 

Kadını kadına yabancılaştırmak. 

 

Kadını, başka kadınların sözüne şüpheyle baktırmak. 

 

Kadını, kendinden olmayan kadına mesafeli, soğuk, terbiye edici bir özne haline getirmek. 

 

Bu nedenle sembolik şiddetle mücadele sadece erkeğe karşı değil, kadının içindeki erkekleşmiş dil, bakış ve reflekslere karşı da bir mücadeledir. 

 

Bir kadının başka bir kadının sözünü bastırdığı her yerde, sistem kendi iktidarını yeniden üretmektedir. 

 

O yüzden bu mücadele, sadece erkek egemenliğe karşı değil, erkek egemenliğin kadın eliyle yürütülmesine karşı da verilmelidir. 

 

Çünkü biz kadınlar, ancak birbirimizin sesi oldukça, birlikte özgürleşebiliriz. 

 

_______________________________________________________________________________

KAYNAKÇA: 

  1. Bourdieu, Pierre. Eril Tahakküm. Çev. Bediz Yılmaz. Bağlam Yayınları, 2014. 

 

  • S. 13 – Sembolik şiddetin tanımı 
  •  
  • S. 57 – Bedenin toplumsallaşması  
  •  
  • S. 65 – Rıza, tanıma ve içselleştirme
  •  
  • • s. 66 – Kadının cinselliği ve içselleştirilmiş temsil 
  •  

 

  1. Yacine-Titouh, Tassadit. “Anthropologie de la peur”, Amour, phantasmes et société en Afrique du Nord, L’Harmattan, 1992. 

 

(Bourdieu’nün Kabil örneklemini dayandırdığı temel etnografik kaynaklardan.) 

 

  1. Virginia Woolf. Üç Gine. Çev. İlknur Özdemir. İletişim Yayınları, 2010. 

(Bourdieu’nün “egemenliğin hipnotik gücü” metaforunu aldığı feminist klasik.) 

 

4.Sukriye Ercan Kadının Sözlüğü X @jineoloji 

 

Paylaş:

Yorumlar (0)

Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu siz yapın!