Atak Logo

Atak Menü

Rıza Aydın

Rıza Aydın

26 Temmuz 2025, 17:22 | Ülke

“MUHABBET, BİR EKİN EKİP YEŞERTMEK” (Rıza Aydın)

“MUHABBET, BİR EKİN EKİP YEŞERTMEK” (Rıza Aydın)

 

“Muhabbet, bir ekin ekip yeşertmek” 

 

Bu söz Katibi’nin en çok andığım sözüdür.  

 

Bilmeyenler de olur belki diye söyleyeyim: Katibi, Hacıbektaş Çelebizadelerinden Güdize ananın mahlasıdır. 

 

Aleviler, “yol bir, sürek bin bir” derler. 

 

Bu söz, Alevilik yolu içinde bin bir çeşit sürek yani uygulama olduğunu söyler. 

 

Bin bir çeşit süreği (grubu) olan Aleviler, bu yolu sürdürürken, birbirlerinden farklı, çeşitli Alevilikten insanlarla aralarındaki sorunlar üzerine muhabbetler ederek, bu yolu oralardan buralara getirmişlerdir. 

 

Asıl amaçları, karşılarında olan kişinin gönlüne girip, orada bir mekan tutmak olan bu insanlar, bu muhabbetleri sırasında, birbirleri ile kavga etmek bir yana birbirlerinin gönüllerini bile kırmamışlar.  

 

Niye?  

 

Çünkü bu yolu kurup başlatanlar, bu yolu böyle kurup sürdürmüşler de ondan.  

 

Yunus Emre: “Eğer bir müminin kalbin kırarsan Hakk’a eylediğin secde değildir” diyor. 

 

Ayrıca Yunus diyor ki:  

 

Çalış kazan ye yedir 

Bir gönül ele geçir   

Bin Kabe’den yeğrektir   

Bir gönül ziyareti. 

 

Alevi yol erenlerinin bütün dertleri, başka birinin gönlüne girmek olduğu için, kendi kendilerine gönül erleri demişler, bu muhabbetlerde asla mı asla gönül kırmamaya özen göstermişler. Gönül kırandan uzak durmuşlar. Belki bunun için Pir Sultan Abdal: “Şimdi bizim aramıza, yola boyun veren gelsin” diye başladığı şiirinde (biliyorsunuz Aleviler şiire deyiş derler):  

 

“Muhabbeti küfür sayan gelmesin” diyor. 

 

“Muhabbet eyleyip yokla pirini 

 

Yusun senin namus ile arını 

 

Var bir gerçek ile kıl pazarını 

 

Kıldığın pazardan ziyan gelmesin” diyor Pir Sultan ABDAL. 

 

Böyle dedikten sonra Pir Sultan sözü:  

 

“Muhabbet baldan tat’lolur içebilirsen gel beri” diyor. 

 

Bu yüzden bu kadim kültürde muhabbet baş köşeye geçmiş, çok önemli bir işlevi olmuş. 

 

Alevi kültürü içinde doğup, yetişen biri olarak, bizim sosyalist hayatımıza bakınca gördüğüm şu: 

 

Bizim dönemin sosyalist kadroları olarak biz, birbirimizle muhabbet etmeyi bilemedik. Bu yüzden, ne zaman bir tartışma olsa, Adana tabiriyle söylersem “hır çıkmadan” olmazdı; tartışmalarda sandalyeler uçuşur, yumruklar konuşurdu.  

 

Niye? 

 

Çünkü tartışmayı biz, belki de bir spor karşılaşması gibi görüyorduk, tartışmalarda temel amaç, taraftarlarına kendini göstermek, tartıştığın kişilerin grubuna, tarihsel geçmişine, şusuna, busuna laf çakıp, onların kendilerini kötü hissetmesini sağlamaktı. Tartışmalardan sora kalkıp giderken, sessizce de olsa, nasıl lafı gediğine koydum anlamında, “nasıl geçirdim ama” dendiğini duymuşumdur. 

 

Yıllar sonra cezaevinden çıkıp tekrar köye geldiğimde bu farklılığı çok daha iyi gördüm. 

 

Bu problemin, biz gençlerin hatası kadar Marksizm’in, bilince çıkarmamız gereken tarihsel köklerinden de geldiğini anladım. 

 

Köyde kaldığım dönemde, İstanbul’da kendime yakın bulduğum arkadaşlarla ilişkilerimi sürdürüyordum. Merak edip bir tartışmaya katılmak için İstanbul’daki bir toplantıya gittim.  Gittim ama nedeyim; gittiğime de gideceğime de bin pişman olup geri geldim. “Batı cephesinde hiçbir şey değişmemişti” hesabı değişen bir şey yoktu.  

 

Tekrar köye gelince, toplantıyı düzenleyen yaşlı yoldaşa “Muhabbet bir ekin ekip yeşertmek” adını verdiğim bir mektup yazarak ona şunları anlattım. 

 

Sevgili dost, seninle benim aramdaki fark ideolojik değil ama sanırım tarihsel geçmişi olan kültürel bir sorun.   

 

Geçenlerde Hans Mühlestein’in yazdığı, dostun Vedat Günyol’un çevirdiği “Proleter ütopya ve Marksist hümanizm” diye bir kitap okudum; az yapraklı ilginç bir kitaptı. Kitapta aradığım anlamda hümanizm namına bir şey bulamadım ama aramadığım bir şey gözüme takıldı: Marx’ı öven arkadaşlarından biri, Marx’ın, Weitling’e karşı yürüttüğü mücadeleyi anlatırken, şöyle bir sahne anlatıyor: 

 

 “Daha ilk tanıştığım gün, Marx beni terzi Weitling’le yapacakları bir tartışmaya çağırdı. …Öfkeden kaşları çatılmış olan Marx, karşılık vermek için sözünü kesmeseydi eğer, daha uzun boylu konuşacaktı Weitling. Weitling bu sözleri söylerken, Marx öfkeye kapılıp yumruğunu masanın üstüne öyle bir indirdi ki, lamba sallandı. Sonra, ayağa kalkarak şöyle dedi: “Bilgisizlik, hiç kimseye yarar sağlamamıştır bugüne kadar.’ Marx’a uyarak biz de ayağa kalktık. Buluşma sona ermişti. Marx, odada görülmedik çılgın bir öfke içinde, bir aşağı bir yukarı gidip geliyordu.” Hans Mühlestein, Proleter ütopya ve Marksist hümanizm, Logos yayınları,  Sayfa 55, 57, 58. 

 

İnsanın Marx’ın bu haline ‘peh peh peh, hey suphanallah hey, analar da ne yiğitler doğuruyor!’ diyesi geliyor, değil mi?   

 

Marx’ın bu özelliği, birçok Marksist gibi sana da biraz sirayet etmiş galiba ama övmek için anlatılan Marx’ın bu halini ben hiç sevmedim. Benim yaşadığım iklimde “dolu başların boynu eğik olur, haklılığına inanan insanlarda böbürlenme, kızma bağırma -çağırma olmaz, tam tersine Yunus’a has bir sakinlikle, enginlik olur” derlerdi, ben de hala bunun güzelliğine, hoşluğuna inanlardandım. Herkesin tarzı kendine. Burada gördüğüm kadarıyla, aramızdaki fark ideolojik değil kültürel. Bana göre biz Marksistler, Marx’ın bu gençlik halini övmeli değil, yermeliyiz. Marksizm, Yunusvarı bir olgunluğa erişmelidir artık ama bunu kime, nasıl anlatabiliriz bilemiyorum. 

 

Şimdi Facebook denilen sanal medyada zaman zaman kimi devrimci arkadaşlarımı eleştiriyorum. Kimi olgunlukla karşılıyor kimisi ise eski havada. Futbol sahasında, güzel çalımlar atarak, top koşturan futbolcular gibi sözü inceden inceye dolandırıp, “senin bu sözlerini, eskiden Kemalistler söylerdi, şimdi bu sözlerini faşistler duysa çok hoşlarına gider sanırım” gibi bir eda ile söze başlayanlar oluyor.  

 

Ama bu Facebook denilen dünya benim gönül defterime benziyor. Bazen kimilerini sessiz sedasız gönül defterimden sildiğim gibi, buradan da siliyorum. Kendi kendime, benden uzak ol da ayağına taş değmesin diyorum. Bu sanal medyanın böylesi güzel bir yanı var. 

 

Aşk ile.   

 

* * * * *

 

Hayrettin Karaca, başka bir bölgeden, başka bir yerden bir bitki ya da ağaç getirecekseniz, onu yörenizde olan türdeş bir bitki ya da ağaçla aşılayın der; bu nasihatin çok değerli olduğunu hayat içinde görüp anladım. 

 

Sosyalist daha doğru bir söylemle Marksist kültür Anadolu’ya  gelirken Anadolu’daki devrimci kültürlerin birikiminden yararlansa daha sağlıklı olurdu diye düşünüyorum.  

 

Mesela: Avrupa’da sol içi tartışmayı Anadolu’ya getirince Anadolu’nun devrimci muhalif hareketi olan Alevilerin Muhabbet kültürü ile birleştirselerdi yaşanılan bu hırgür olmazdı. Bunu söyleyince, Solculara Alevi olun demiş olmuyorum, buradaki devrimci kültürel birikimden yararlanın, diyorum aslında.  

 

Lenin, Rusya’da sosyalizmi inşa ederken eski köy komünlerinden yararlanabiliriz diyor. 

 

Anadolu köylerinde de köy komün geleneğinin izleri hala yaşıyordu.  

 

Mesela köylerdeki meralar, köylünün ortak seteni, sokusu, fırının olması, köylünün ortak çoban tutması eski köy komününün kalıntılardır. Bunlardan, sosyalizmin inşasında yararlanılabilir, diyorum  

 

Not:  

 

Bu yazı özel bir mektubun genelleşmiş halidir. (Rıza Aydın)

Paylaş:

Yorumlar (0)

Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu siz yapın!