Atak Logo

Atak Menü

Meral Dersim

Meral Dersim

29 Temmuz 2025, 17:19 | Ülke

“Mi kilîtê kou kerd vînd.”(★) (Meral Dersim)

“Mi kilîtê kou kerd vînd.”(★) (Meral Dersim)

‘Teslim alınmadıkça barış yoktur!..’

 Bu, Türk savaş hukukunun klişesi ve halklarla temas etme gerçekliğidir. Bunlar, ezmeyi bir marifet saymakla kalmıyor, hakikati de teslim almaya çalışıyor. 

 

Dersim kuşkusuz Kürdistan coğrafyasının önemli parçalarından biridir. En önemlisidir, diyerek bir yer mübalağası yapmak istemem. Ancak tarihsel olarak taşıdığı önemi bugün de taşımaya devam ediyor. Devlet açısından iki farklı kimliğin bir vücutta dile geldiği sorunlu bir yerdir. Haliyle tarihsel ve güncel tartışmalara konu olması olağandır. Bugün doğallığında gelişiyormuş gibi görünen Dersim konulu tartışmaların perde arkasında, aslında devletin bu coğrafyaya ve insanın etnik ve dinsel kimliğine duyduğu alerjik tutumun politik yansımalarını görüyoruz. Ancak bu kez devlet, farklı bir tarzla, birebir tartışmaların merkezinde görünmek yerine inceltilmiş asimilasyon politikalarıyla başka eller üzerinden tartışmalar yaratmaya devam ediyor. 

 

Dersim meselesi Kürdistan meselesidir. Bu konunun günceliğini kaybetmesi ancak bu sorunun hakiki bir şekilde sonuçlanması ile mümkündür. Bu konuya devletin yaklaşımı Kürt sorunu çözülmeden bitmeyecektir. 

 

Hepimiz Cumhuriyet tarihinin Kürdistan’a yönelik meşhur “yol, okul inşaatlarını ve silah toplama seferberliğini biliriz. Yol yapmakla bu coğrafyaya hakim olmak isteyen devlet, hepimizin malumu, okullarla asimilasyonu hızlandırmak istemiştir ve silahların toplanması ile de direnişi kırmak istemiştir. Bu açıdan bakıldığında merkeziyetçi bir çizgi ile bakanların alkışladığı bir durumdur. Dilleriyle ifade etmeseler de sessiz düşmanlık hisleriyle, içteki sesleriyle “ee, devlete silah doğrultulduğunda devlet ne yapsın” denilecek bir çoğunluk iç sesi bu. Esasen fikirleri yöneten bu iç seslerdir, tehlikeli olan durum da budur. Çünkü söylem; politik ve hümanist tepkilerin geleceği endişesiyle her zaman o iç sesi yansıtmaz. Bu da faşist fikirlerin kolayca kabullenilmesinde etkili olur. Bugün 50 bin Kürt Alevinin öldürüldüğü Cumhuriyet döneminin Kemalizm’i omuzlarda taşınırken Yavuz’un öldürdüğü 40 bin Alevinin arasındaki farkı veya ortak yanları anlamamız gerek. Osmanlı’da Alevileri yücelten kalemlerin neden Cumhuriyet Türkiye’sindeki Alevileri çapulcu, hırsız, eşkiya olarak addettiğini bilmek gerekir. Çünkü Kürtlük devreye girince devlet ve yanlı kalemlerin nazarında tüm yıldızlar söner. Bugün bu soykırımın Kürt kimliğine mi yoksa Alevilik kimliğine mi yönelik olduğu tartışılıyor. Bu tartışmaların tarih araştırmaları açısından elbette değeri var ancak soykırım gerçekliği ortadayken karşı politik bir tutum almada önemi yoktur. Zira acı çeken insanların acısına sahip çıkmanın önemini belirleyen şey aidiyeti olamaz. Tarihçiler elbette bir olayın derinliğini ve bütün sayfalarını okuyadursun ancak bizler için soykırım bir suçtur. Bir halkın fiziki olarak yok edilmesi de asimilasyona maruz kalması da siyasi olarak işlenmiş en adi insanlık suçudur.  

 

Bundan birkaç yıl önce bir askerin hatıratı ortaya çıkmıştı. Mealen, “içilecek su dahi yoktu çünkü su da kanlıydı” diyordu. Suça iştirak eden bu şahıs bunu anlatırken işlediği suçun vehametinden değil, kanlı eylemlerinin verdiği yorgunluktan bitap olduğundan yakınıyordu. Bu durum, faşizmin nasıl toplumsallaştırıldığının ve sadece devlet katında yer etmediğinin, kitle tabanında zemin bulduğunun da belgesi gibi. 

 

Bu meselede şimdilik üzerinde durmak istediğim; “algı yaratmak yoluyla hakikatin teslim alınmasına” karşı direnmenin gerekliğini vurgulama isteğimdir. Çünkü Dersim soykırımının aniden dillendirilmesinin nedenlerinden biri de “devlet yumuşuyor” algısı yaratmak ve yeni dönemde suçların örtülmesine yönelik yeni arayışlar içinde olunmaktır. Malum, Kürt tarihçiliği de basını da örgütlülüğü de güçlendi. Mızrak çuvala sığmayınca yeni yöntemler kullanmak zorunluluk halini aldı. Bu durum tıpkı Ermeni soykırımının ifşa olmasıyla beraber, tüm suçu gerçek organizatörlerin üzerinden alarak tamamen Kürtlere yüklemek isteyenlerin yarattığı algı gibidir. Tarih bu anlamda bir araç olmakla beraber tek araç değildir. Dersim’de bugün uçan her kuşu Kürt hareketinden bilen bir kesim var; birlikteliği ve mücadeleyi baltalamak üzere kullanmak için eleştirilerin dozunu had safhaya çıkaran bir kesim. Yakın dönemde bir müzik grubunun festivale alınmamasını dahi “Kürt hareketinin Zazaca’ya olan düşmanlığı”na kadar götüren bir yaklaşım bu. 

 

Kıssadan hisse; Kürtler üzerindeki asimilasyon çabası Kürdistan’ın her yerinde olmakla birlikte Dersim’de, zihinleri bulandırmak adına daha güçlü bir şekilde devam etmektedir. “Dersimliler esasen Oğuzlardan gelir, onları yeniden Türkleştirmek gerekir” şeklindeki anlayış bugün aynı güncellikle sürdürülüyor. Hakikatin suyunu bulandırmak isteyenlere ve absürt eleştirilere karşı kulak tıkamak bu halkın faydasınadır. 

 

screenshot_2025-07-29-19-32-14-840-edit_com3477152408208633419

 

Siyasal, kültürel, sanatsal ve teorik olarak yapılacak her şey hem insanlığın hem birlikte yaşadığımız halkların ve elbette hem de kendi halkımızın ulusal değerlerini geliştiren, özgürlüğe hizmet eden, geliştirici şeyler olmalıdır. Buna hizmet etmeyen, tersine yükselişin paçalarından tutarak aşağıya çeken sözüm ona eleştirilerin, devlet asimilasyonundan ve hatta zulüm uygulamalarından geri kalır yanı yoktur. 

 

Seyit Rıza, Alişer’i kaybettiği gün şu cümleyi kurmuştu: “Mi kilîtê kou kerd vind.” (Ben dağların anahtarını kaybettim.) Bu sözünü bilincin yitirildiğine dair bir ifade olarak algılıyorum. İşgal mümkündür ancak gerçek işgal bilincin körleştirilmesidir. Dağların anahtarı olan öncülüğü ve varlığımızın temeli olan birlikteliği kaybetmeyelim. 

______________________________________________________ 

(★) “Ben dağların anahtarını kaybettim” Seyit Rıza 

Paylaş:

Yorumlar (0)

Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu siz yapın!