Şükriye Ercan
26 Eylül 2025, 20:11 | Dünya
Meşruiyetin Gölgesinde: Hileli Seçimlerden Çıkar Gerçekliğine ve Kürtlerin Geleceğine Dair (Şükriye Ercan)
Dünya siyaseti çoğu zaman idealler ve değerler üzerinden tanımlanır gibi görünür. Demokrasi, insan hakları, özgürlük… Bu kelimeler, uluslararası ilişkilerin vitrininde en çok tekrarlanan kavramlardır. Ancak bu vitrinin arkasına geçildiğinde gerçekliğin çok daha farklı olduğu görülür: Devletler, şirketler, liderler ve çıkar odakları, çoğu zaman bu değerleri yalnızca kendi menfaatlerini meşrulaştırmak için kullanır. Bugün de benzer bir tabloyla karşı karşıyayız. Trump’ın “hileli seçimleri herkesten daha iyi bilir” sözü ve Tom Barrack’ın “Erdoğan’a meşruiyet verilmesi gerekir” açıklaması, uluslararası siyasetin çıkar merkezli doğasını bir kez daha açığa çıkardı.
Trump’ın sözleri sadece ironik bir göndermeden ibaret değildir; Türkiye’de siyasetin uzun zamandır nasıl işlediğini tarif eden bir gerçeğe işaret eder. Sandık, artık halk iradesinin sesi olmaktan çıkmış, iktidarın meşruiyet üretme aracına dönüşmüştür. Yargıdan medyaya, seçim sisteminden siyasal temsile kadar her alan, iktidarın lehine yeniden düzenlenmiş ve demokratik süreçlerin içi boşaltılmıştır. Bu koşullarda seçimlerin “hileli” olup olmaması teknik bir tartışma değil; meşruiyetin toplumsal anlamda zaten zedelenmiş olduğunun açık göstergesidir.
Barrack’ın “meşruiyet verilmesi gerekir” sözleri ise uluslararası sistemin gerçek yüzünü gösterir. Demokrasiye dair standartlar, insan haklarına ilişkin hassasiyetler, rejimlerin niteliğine dair eleştiriler; söz konusu çıkarlar olduğunda bir anda geri plana itilir. Türkiye, NATO’daki konumu, jeopolitik değeri ve bölgesel stratejik öneminden dolayı otoriterleşse bile göz yumulabilir hale gelir. Yani mesele demokrasi değil; enerji hatları, askeri üsler, ekonomik anlaşmalar ve bölgesel denge hesaplarıdır.
Bu tablo, en ağır sonuçlarını yine Kürtler açısından doğuruyor. ABD’nin SDG ile işbirliği sürerken, Erdoğan’ın Suriye’de “vekil güçler” aracılığıyla etki alanı kurduğuna dair ifadeler ve “meşruiyet” vurgusu birlikte düşünüldüğünde, Kürtlerin statüsünün hâlâ uluslararası pazarlıkların konusu olduğu açıkça görülüyor. Rojava’nın geleceği, halkın iradesinden çok Washington-Ankara hattındaki görüşmelere bağlı gibi gösteriliyor. Bu durum, Kürt halkında derin bir tarihsel hafızayı yeniden canlandırıyor: Yüzyıldır büyük güçlerin masasında pazarlık konusu edilen haklar, bir kez daha çıkar hesaplarının nesnesi haline geliyor.
Kapitalist modernitenin iki yüzlü doğası burada açıkça kendini gösteriyor. Demokrasi ve özgürlük söylemleri, otoriter rejimlerle kurulan ittifaklar karşısında değersizleşiyor. Kürtler açısından bu yeni bir deneyim değil; yüzyıllardır verilen mücadeleler hep benzer biçimde sabote edildi, kazanımlar çoğu zaman başka çıkarların gölgesinde bırakıldı. Bu yüzden Abdullah Öcalan’ın defalarca vurguladığı temel gerçek, bugün hâlâ geçerliliğini koruyor: Kalıcı bir gelecek, emperyal güçlerin lütfuyla değil, halkın kendi öz gücüyle, örgütlü iradesiyle ve demokratik toplumunu inşa etmesiyle mümkündür.

ABD’nin Ankara Büyükelçisi ve Ortadoğu temsilcisi Thomas Barrack
Bu nedenle bugünün koşulları, Kürtlerin stratejik yönelimini her zamankinden daha kritik hale getiriyor. ABD’ye ya da başka bir güce yaslanmak yerine; çok yönlü diplomatik hatlar kurmak, uluslararası hukuk zemininde güçlü davalar yürütmek, Avrupa Birliği ve Birleşmiş Milletler gibi kurumlarla ilişkileri kurumsal düzeyde geliştirmek, içeride ise yerel yönetimlerde demokratik meşruiyeti güçlendirmek ve şeffaf, katılımcı yönetim modelleri oluşturmak zorunlu hale gelmiştir. Bu, yalnızca dış politikanın değil, aynı zamanda halkın kendi kaderini tayin hakkının da temelini oluşturacaktır.
Sonuç olarak Trump ve Barrack’ın sözleri, Kürtler açısından hem bir uyarı hem de bir fırsat niteliği taşır. Uyarıdır; çünkü çıkar siyaseti değişmemiştir ve Kürtlerin kazanımları yeniden pazarlık konusu olabilir. Fırsattır; çünkü bu açıklamalar uluslararası kamuoyunun dikkatini Türkiye’nin demokrasi krizine ve Kürt meselesine bir kez daha çekmiştir. Ancak unutulmamalıdır ki gerçek çözüm, dış güçlerin karar masalarında değil, Kürt halkının örgütlü gücünde, demokratik iradesinde ve öz gücünde saklıdır.
“Hileli seçimleri en iyi Erdoğan bilir” sözü belki bir alay gibi görünür, ancak esasen bize bir gerçeği hatırlatır: Meşruiyet, iktidarların lütfu değil; halkların mücadelesiyle kazanılır.
Yorumlar (0)
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.
Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu siz yapın!
Yazarın Diğer Yazıları
- HUKUK VE ŞİDDET ÜZERİNE SESLİ DÜŞÜNCELER (Şükriye Ercan)
- Hesap Verilmeyen Hafıza: Maraş’tan Sivas’a, Failler Ölse de Suç Yaşıyor (Şükriye Ercan)
- SEMBOLİK ŞİDDET: ŞİDDETİN EN USTACA HALİ (Şükriye Ercan)
- Lütuf Değil Hak, Yardımcı Değil Özne: Alevi ve Kürt Halkları Dizayn Edilemez (Şükriye Ercan)
- Hatırlamak Direnmektir: Çorum Katliamının 45. Yılında (Şükriye Ercan)
