Atak Logo

Atak Menü

Mihrac Ural

Mihrac Ural

29 Kasım 2023, 16:46 | Dünya

LİVA İSKENDERUN VE ANTAKYA’NIN (HATAY) YASA DIŞI İLHAKI (Mihrac Ural)

23 Haziran 1939 deklarasyonu Liva İskenderun’un ölüm günü olarak gündeme gelmiştir. Bu hukuksuzluk 23 Haziran 1939 Fransız-Türk Deklarasyonu uluslararası anlaşmalara aykırıydı. I. Dünya savaşı ardından müttefikler tarafından bağlanan 1920 San Remo Mandaterlik anlaşması ile Suriye ve Lübnan devleti üzerinde manda (koruma) yönetimi kuran Fransızlar, bu anlaşmanın 4. maddesi gereği (“Mandaterin Suriye ve Lübnan topraklarının tümünü ya da bir bölümünü veremez ya da kiralayamaz ya da yabancı bir devletin denetimi altına bırakamaz”) emrine rağmen 23 Haziran deklarasyonunu II. Dünya savaşı kaygılarıyla imzalamıştır. Bu gayri meşru bir durumdu. 

Bu gayri meşruluk burada durmadı. T.C. Büyük Millet Meclisi el çabukluğuyla bir dosya oluşturup Hatay’ı devletinin bir ili haline getirdiğini havi dosyayla zamanın Cemiyeti Akvamına (Milletler Cemiyeti) müracaat etti. Milletler Cemiyeti ise bu dosyayı onaylanmış uluslararası anlaşmalar listesine almayarak gayri meşru saydı. O günden bu yana Hatay ilhakı uluslararası hukuk gereğince gayri meşru bir ilhaktır. Bu durum gençlerimizin, aydınlarımızın iyice bilmesi ve üzerinde durması gereken bilimsel tek veridir. 

Reklam

Gizlilik Ayarları

 

1938’de Fransa’nın işgaline ve Türkiye’nin ilhakına direnen Liva İskenderun halkı, 2012’de de aynı meydanlarda ve daha fazla bir mahşeri kalabalıkla Suriye’ye karşı yapılan saldırganlığa karşı direndi. Bu iki fotoğraf bunun tarihi belgesidir. 

 

29 Kasım 1937, bu tarih Liva İskenderun (Hatay) halkı için anlamlı bir tarihtir. Unutturulmaya çalışılan bu tarihte kocaman bir gasp vardır. Bugün Türk işgalinin haksızca ele geçirdiği Liva İskenderun ve Antakya (Hatay) toprağı bulunuyor. Bu tarihte, Suriye bayrağı tüm resmi makamlardan indirilerek yerine Fransız bayrağı çekilmiştir. 29 Kasım 1937’ye gelene kadar Liva İskenderun halkı, direnişlerle verdiği şehitlerle durumu protesto etmiştir ve bu direncin karşısında duran emperyalist güçler II. Dünya savaşı arifesinde bu haksızlığa karşı Fransızların çabalarına destek olmuştur. Ancak Liva İskenderun (Hatay) halkı verdiği şehitlere rağmen direncinde yoluna devam etmiştir. Atatürk oyun üzerine oyun kurarak başta küçük bir toprak parçası diye küçümsediği Liva İskenderun ve Antakya gaspı için elinden geleni ardına koymamıştır; bir gece Fransız büyük elçisini yemeğe davet ettiğinde kızı Sabiha Gökçen’e verdiği görev hala hatıralardadır. Atatürk’ün Fransız Büyükelçisi M. Ponceau’a karşı, Ankara’nın Karpiç lokantasında tezgahladığı “silahlı baskın” komedisi! 

 

Atatürk, bir akşam Gökçen’e, “Üniformanı giy, tabancanı beline tak ve buraya gel, bu akşam çok önemli bir görev daha vereceğim, tarihi ilginç bir görev” dedi.  Atatürk bunu söylerken, Gökçen’e, “Hatay konusundaki fikrin nedir?” diye de sorduğu söylenir. Gökçen “Eskiden Girit için söylenirdi, annemden dinlemiştim; ‘Girit bizim canımız, feda olsun kanımız!’ Aynı şeyi Hatay için düşünüyorum” dedi. 

 

Atatürk ve beraberindekiler, akşam Ankara’nın ünlü restoranı Karpiç’e gitti. Fransız Büyükelçisi M.  Ponceau ile elçilik erkanı da oradaydı. Fransızlara hitaben bir konuşma yapan General Kasım Sevüktekin, sonunda Fransızlar Hatay’ın Türkiye’ye ait olduğuna karar vereceklerine inandığını ifade etti.  Fransa Büyükelçisi, Sevüktekin’i ayakta alkışladı. 

 

Generalden sonra ortaya fırlayan Gökçen, şunları söyledi: 

 

“Generalim, Fransız dostlarımızın bu konuşmanızı değerlendirebileceklerini sanmıyorum. Fransa bir oyun içine girmiştir. Oyunun sonunda bizim olan toprakları Suriye’ye vermeyi planlamıştır. Fransa’nın oyununa gelerek Hatay topraklarını başkalarına bırakmayacağız. Biz gençler gerekirse bu işi silahlarımızla da halledebiliriz. Hatay bizim canımız feda olsun kanımız!” 

 

Sabiha Gökçen, sözlerini tamamlar tamamlamaz, silahını çekip üç el ateş etti. Aynı anda önceden hazırlıklı olan, Atatürk’ün kız kardeşleri Makbule Hanım ile Semiha İnanç da silahlarını havaya boşalttılar.  

 

Gelişmelerin tam da planladığı gibi geçtiğini gören ve sükunetinden bir şey kaybetmeden etrafındaki tedirginlikle alay edercesine izleyen Atatürk, yanındaki Fransız büyükelçisine dönüp “görüyorsunuz bu millet beni affetmez” diyerek, ülkesinin işgal ve ilhaktaki kararlılığını dile getirdi. 

 

İşte devlet aklı, işte hukuk algısı, işte kadın hakları ve kadına reva görülen rol, işte diplomaside çıkarların savunulması için yapılan mizansenler özetle budur.  

 

 

Liva İskenderun ve Antakya’nın gasp edilme serüveni barbar akılların oyunlarıyla devam eder. 29 Kasım 1937 tarihi bir başlangıçtır ama bu başlangıç karanlık emellerin ilk karavanıdır.  Bu kesitte bir dizi anlaşma ve bağıt oluşturulmuş ama Liva İskenderun, (Antakya ve çevresi) ilhak edilememiştir. Bu süreçte yapılan seçimlerde, halk kendi kolektif kimliğini tercih etmiş, ilhaka hayır demiştir (14-15 Mayıs 1936 ve 15 Nisan 1938). Fransız Başbakan Blum, Hatay davasını tanımlayacak bir kavramla dosyasını oluşturmak üzere “Entiê distincte” (Ayrı Varlık)” tanımını yaptı. (Sendler raporu 27 Ocak 1937) 

 

 

 

5 Temmuz 1938 tarihi bu ilk karanlık adıma önemli bir destek sağlamıştır. Bu tarihte Liva İskenderun, askeri işgale mahkum kılınmıştır. 5 Temmuz 1938’de, II. dünya savaşı tamtamları altında Fransızlar Türkiye’yle anlaşarak Kurmay Albay Şükrü Kanatlı komutasında 2500 askerin, Hatay’ı açık askeri işgal altına alması sağlandı. Bu noktada halkın iradesine bir müracaat yok. Yani Hatay halkının iradesine başvurulmuyor, halk iradesi hiçe sayılıyor. Bu tarih Liva İskenderun’un ilhakında ikinci tarihtir. 5 Temmuz 38 askeri işgal, yapılan plebisitin ilgası, yani seçimlerde halkın Suriye yanlısı tutumuyla belirginleşen sonuçların ilgasını gündeme sokmuştur.  İlk elden kurulu bulunan HATAY DEVLETİ meclisine atanan 40 üyenin 22’sini Türk, diğer 18’ini ise Arapları, Alevi +Sünni + İsmaili + Hıristiyan diye ayırarak tasnif etmiştir. Bu kaba mantık bu hukuk dışı davranış 5 Temmuz 1938 askeri işgalin ürünü olarak halkın iradesini hiçe sayarak dayatılmıştır. 

 

23 Haziran 1939 deklarasyonu Liva İskenderun’un ölüm günü olarak gündeme gelmiştir. Bu hukuksuzluk 23 Haziran 1939 Fransız-Türk Deklarasyonu uluslararası anlaşmalara aykırıydı. I. Dünya savaşı ardından müttefikler tarafından bağlanan 1920 San Remo Mandaterlik anlaşması ile Suriye ve Lübnan devleti üzerinde manda (koruma) yönetimi kuran Fransızlar, bu anlaşmanın 4. maddesi gereği (“Mandaterin Suriye ve Lübnan topraklarının tümünü ya da bir bölümünü veremez ya da kiralayamaz ya da yabancı bir devletin denetimi altına bırakamaz”) emrine rağmen 23 Haziran deklarasyonunu II. Dünya savaşı kaygılarıyla imzalamıştır. Bu gayri meşru bir durumdu. 

 

Bu gayri meşruluk burada durmadı. T.C. Büyük Millet Meclisi el çabukluğuyla bir dosya oluşturup Hatay’ı devletinin bir ili haline getirdiğini havi dosyayla zamanın Cemiyeti Akvamına (Milletler Cemiyeti) müracaat etti. Milletler Cemiyeti ise bu dosyayı onaylanmış uluslararası anlaşmalar listesine almayarak gayri meşru saydı. O günden bu yana Hatay ilhakı uluslararası hukuk gereğince gayri meşru bir ilhaktır. Bu durum gençlerimizin, aydınlarımızın iyice bilmesi ve üzerinde durması gereken bilimsel tek veridir.  

 

“Bu hukuksuz anlaşma (23 Haziran 1939 ilhak anlaşması) ve eklerinin, 30 Haziran 1939 günü 3658 sayılı bir yasayla TBMM’ce onaylanması ve genel sekreterliğe iletilmiş olmasına rağmen, Milletler Cemiyeti (MC) 18. Madde gereğince Kütüğe geçirilmiş olması gerekirken ki, uluslararası bir onay görmesi için bu zorunludur, reddedilmiş ve kütüğe geçirilmemiştir. Bu gerçeğin ne anlama geldiğini çok iyi bilen Türkiye hariciyesi bugün dahi pür telaş bu açığın kaygısını taşımaya devam etmekte, “nedenlerinin araştırılması gerekir” diyerek bunu dile getirmektedirler. Bundan da anlaşılması gereken şey, Hatay davası hukuki planda dahi çözülmemiş, sosyal ve ulusal alanda ise hiçbir geçerliliği olmamış bir sorun olarak gündemde durmaktadır.” (Aktaran. Emekli Büyükelçi İsmail Soysal, Türk Tarih Kurumunca verilen konferans, ‘Hatay sorunu ve Türk-Fransız siyasal ilişkileri s: 102. Ayrıca, Türk Tarih Kurumu üç aylık yayını BELLETEN cilt:XLVII, sayı.188, ekim 1983, sayfa:102)  

 

Yani, İsmail Soysal uyarısında, “dikkat edin o gün bu gündür Hatay’ın ilhakı yasa dışıdır. Bir gün gelir Suriye devleti uluslararası adalet divanına müracaat yapar Hatay’ı isterse bu konuda sıkıntıya düşeriz” diyor. Gerçek de budur. Hatay işgali ve ilhakı yasadışıdır, uluslararası onay almamış bir gasp hareketidir. O gün de öyleydi, bugün de öyledir. 

 

Bunu tarihçilerle, diplomatlarla akademik ölçekte tartışmaya da hazırım. II. Dünya savaşı arifesinde yapılan bu yasadışı paslaşma Hatay halkının iradesini ayaklar altına alarak askeri baskı altında seçim sonuçları ilga edilerek ikame edilmiştir. Bunun kalıcı olmayacağına, benzer birçok olayda olduğu gibi dünya tanık olmuştur. Ya barışçıl ya da halkın iradesini her aracı kullanıp göstererek sonuçlandırmak önümüzdeki süreçte yüz yüze kalacağımız bir gerçekliktir. 

 

Kendi adıma bu hayasız yasa dışı girişimi tanımıyorum. Hatay’ın anavatanı Suriye’dir, kimliği de Suriye’dir, dili Arapçadır. Bunu yer yüzünde değiştirecek hiçbir güç yoktur, olamaz da. Bakın Suriye olayları baş gösterince nasıl da ‘Suriyeli’ kimliği Hatay halkında flaş gibi patladı, gördük. İşte böylesi tarihi kırılma anlarında hiç kimse inanmazsa da ‘olamaz’ dese de bu halk kendi kimliği ile anavatanına kavuşma refleksi göstereceğinden emin olunmalıdır. Zamanı sözlerime hakem koyuyorum. 

 

29 Kasım 2023

Paylaş:

Yorumlar (0)

Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu siz yapın!