Mehmet Güzel
28 Kasım 2023, 15:32 | Ülke
İSRAİL’İN YENİLGİLERİ (Mehmet Güzel)
“Aksa Tufanı Harekâtı” zayıf olanın güçlü olana karşı direnişinin en somut ifadesidir. Bu aynı zamanda güçlü olanın zayıf karşısında yenilgiler yaşayabileceğinin de en iyi örneğidir. “Aksa Tufanı Harekâtı”ndan bu yana 21 gün geçti, bu sürede şimdiden İsrail’in yaşadığı çok önemli iki yenilgiden bahsedebiliriz. Birincisi, abartılı askeri gücüne, önlemlerine ve “Demir Kubbe” adlı savunma sistemine rağmen “Aksa Tufanı Harekâtı” ile ağır bir şamar yemiş olması… Bu başlı başına bir yenilgidir ve bu yenilgiyi tatmış olmanın ağır travmatik etkisiyle İsrail cinnet haline girmiştir. İkincisi ise, harekâttan hemen sonra her gün defalarca tekrarladığı “kara harekâtına başlayacağız” teranesine rağmen 21 gündür o ifade ettiği kara harekâtına bir türlü başlayamamış olması… Filistin direnişinin, olası kara harekâtına karşı hazırlamış olduğu önlemlerin farkında olan İsrail, histeri içerisinde yapmak istediği işgale bir türlü başlayamıyor. Bu da başlı başına bir peşin yenilgidir.

Kimi kaynaklar İsrail ordusunu dünyanın dördüncü büyük ordusu olarak, kimi kaynaklar ise on sekizinci olarak gösteriyorlar. Ancak bütün kaynaklar İsrail’i Ortadoğu’daki en güçlü askeri güç olarak gösteriyorlar. Buna ek olarak İsrail’in sadece İsrail’den ibaret olmadığını, başta ABD olmak üzere bütün Batı emperyalist ülkelerinin her anlamda onun arkasında olduklarını göz önünde bulundurursak İsrail’in dünyada birinci büyük askeri güç olduğunu kabul etmek yanlış olmaz. Ufacık bir sorunda büyük bir telaşla ABD, Doğu Akdeniz’e USS Gerald R Ford uçak gemisini, bir füze kruvazörünü ve dört füze imha gemisini İsrail’e hizmet için gönderdi. Ardından İngiltere de bir gözetleme uçağı ve iki Kraliyet Donanması gemisiyle imdada yetişti. Türkiye ve Azerbaycan ilişkileri için “bir millet iki devlet” benzetmesi yapılır, ben ise İsrail – ABD ilişkileri için “iki Ülke bir Devlet” tanımlaması yapıyorum.
İsrail bölgenin dokusuyla uyumsuz, bölgede tarihi kökleri olmayan, bölgede bulunmasını haklı kılacak gerekçelere ve haklara sahip olmayan, dışarıdan bölgeye zorla dayatılmış eklektik bir devlettir. Filistin’in vatanı ve Filistin halkının kanı üzerine dayatılmış bir varlıktır. Tarihsel ve ulusal olarak haklılığı ve kökleri olmayan bir gücün bölgede varlığını sürdürmek için askeri zor dışında dayanabileceği bir kaynak olamaz. İsrail de bunu yapıyor. Doğal olarak sonuçta askeri gücüyle bölgede tutunmaya çalışan, abartılı bir askeri güç varlığına dayanan, zorbalık, yayılma, savaş ve ölüm kültürü ile var olmaya çalışan bir mekanizma karşımıza çıkıyor. Ama hiçbir askeri güç mutlak değildir. Tarihin çöplüğü geçmişte bütün dünyaya hükmetmiş imparatorlukların kalıntılarıyla doludur; Moğol, Roma, Bizans, Selçuklu, Osmanlı… bunlardan bazılarıdır. Bu da gösteriyor ki büyük ve abartılı askeri güçler mutlak ve yenilmez değildirler.
İsrail’in büyük askeri gücüne ve istihbarat kabiliyetine bakarak “Aksa Tufanı Harekâtı”nı komplo teorileriyle değerlendiren bazı kesimler, gelişmeleri İsrail’in kontrolunda ve onun çıkarları doğrultusunda gelişen olaylar şeklinde değerlendiriyorlar. Bu kesimler İsrail’in askeri ve istihbarat gücünün mutlakiyetini esas aldıkları için bu sonuca varıyorlar. Bu direnişin öncülüğünü Hamas’ın yapıyor olması nedeniyle de bu örgütün siyasal kimliğinden yola çıkarak bu “kanaate” varıyorlar. Ama neticede bu, sadece soyut bir “kanaat” olarak kalıyor. Oysa zorluklar her zaman çareler yaratır, ihtiyaçlar da icatlara neden olur. 75 yıldır toprakları karış karış ellerinden zorla alınan, en insani ihtiyaçları bile işgalci devletin insafına terkedilmiş olan, her gün yeniden öldürülen, onuru ve gururu çiğnenen Filistin halkının bütün olanaksızlıklara rağmen direniş yolları bulabileceğinin göstergesidir bu harekât. Bu direniş aslında sadece Filistin Direnişi değil, bölgedeki bütün Direniş Ekseni güçlerin dünya hegemonik güçlere karşı bir yanıtıdır. Nasıl İsrail yalnız değilse, Filistin de yalnız değil, bölge direniş güçleriyle birliktedir. Direniş Ekseni’nin en önemli üç dinamiği İran, Suriye ve Lübnan’dır. Hamas gerici dinci ideolojik yapısına rağmen Filistin ulusal direniş hareketinin bir unsurudur ve bu harekâtı bölge direniş ekseninin diğer güçleriyle birlikte geliştirmiştir.

“Aksa Tufanı Harekâtı” sonrası İsrail’in yapmakta olduğu soykırım boyutundaki katliamlara bakarak kanaat geliştirmek de doğru değildir. Filistin halkı zaten 75 yıldır bir soykırım ile karşı karşıyadır. Yaşatılan zulmün dozunun arttırılması ihtimaline bakarak direnişten sakınmayı önermek demek teslimiyeti önermek demektir. Hiçbir ulusal direniş zulmün dozunun artacağı endişesinden yola çıkarak ertelenmez. Bu doğru olsa hiçbir ulusal direniş geliştirilemezdi çünkü bütün işgalciler zalimdir ve zulümde sınır tanımazlar. Buna rağmen tarihte hiçbir işgalci güç işgal ettiği alanlarda kalıcı olamamış, sonuçta işgal ettiği alanlardan sökülüp atılmıştır.
Filistin direnişi de böylesi bir direniştir. Dünyada yaşanan bütün siyasal gelişmelerin etkisine açık yapısıyla bir dönem sosyalist örgütlerin öncülüğünde gelişiyor iken Sosyalist Sistemin çökmesi sonrasında İslamcı hareketlerin etkisine girmiş haliyle de olsa ama soldan sağa bütün ulusal direniş güçleriyle beraber şeriatçı İsrail işgalciliğine karşı direnişe devam ediyor.
Bir tarafta İsrail gibi şeriatçı, olağanüstü askeri güç ve zulüm aygıtı var. Bu devletin her türlü istihbarat yeteneği ve arkasındaki dünya emperyalist ülkelerinin tümünün sınırsız her türlü desteği var. Bütün bunların üstüne o olağanüstü önem atfedilen “Demir Kubbe” savunma sistemi var. Diğer yanda 75 yıldır nefes alması bile izne tabi bir Filistin halkı var. Filistin Direnişi’nin bunca yokluk içerisinde böylesi bir askerî harekâtı gerçekleştirebilmiş olması bile başlı başına bir başarı ve İsrail için yenilgilerden bir tanesidir. İsrail’in cinnet histerilerine girmesinin nedeni de budur.

İşgalci gücü yakından tanıyan direniş güçleri böylesi bir yenilgi aldıktan sonra nasıl davranacağını iyi biliyor olmalılar. Direniş geleneğinin Hizbullah öncülüğünde Lübnan’da İsrail’e yaşattığı 2006 Temmuz yenilgisi deneyimi de var. Bu deneyimin de birikimiyle İsrail’in olası işgal girişimine karşı önlemler geliştirdiği çok açıktır. Bunu bilen İsrail 7 Ekim’den bu yana her gün tekrarladığı tehditlerine ve her gün yağdırdığı onlarca tonluk bombalara rağmen kara harekâtına girişmeye cesaret edemiyor. Girişmesi halinde tarihinin en büyük hezimetini yaşamaktan korkuyor. Bu da işgalci İsrail’in ikinci yenilgisidir. O, ancak halkı çoluk çocuk ayırmadan katlederek, okulları ibadet yerlerini ve hastaneleri yerle bir ederek, kimyasal silahlarla soykırım yaparak vahşi intikam duygularını yatıştırmayı biliyor. Bu da yenilmiş olanın psikolojik davranışıdır.
İsrail, kendisine yardıma gelen ABD’nin özel askeri operasyon güçlerine ve Irak işgali esnasında Felluce’daki operasyonların komutanı olan Korgeneral James Glynn’in bölgeye gönderilmiş olmasına rağmen sözünü ettiği kapsamlı kara harekâtını yapamıyor. Çok korktuğu Gazze tünellerini tahrip etmek için uluslararası sözleşmelerle kullanımı yasaklanmış olan yer altına işleyen özel sünger bombaları ve tünellere kimyasal gaz salan kimyasal bombalar gibi askeri teçhizatlar kullanmasına rağmen Filistin Direnişinin hazırladığı savunma sistemini etkisiz hale getiremiyor. Gerek bu nedenler gerekse de Direnişin elindeki 250 civarında rehine nedeniyle İsrail Gazze’yi işgal etme harekâtına girişemiyor. Arada bir sınırlı düzeyde operasyonlar gerçekleştirerek kayıplar veriyor ve geri çekilmek zorunda kalıyor. Dünden bu yana gerçekleştirmek istediği kapsamlı operasyon da bu düzeydedir. Öyle görünüyor ki İsrail bundan daha ötesini uzun süre yapamayacaktır.
Yorumlar (0)
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.
Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu siz yapın!
