Atak Logo

Atak Menü

Şükriye Ercan

Şükriye Ercan

30 Ekim 2025, 22:19 | Ülke

HUKUK VE ŞİDDET ÜZERİNE SESLİ DÜŞÜNCELER (Şükriye Ercan)

HUKUK VE ŞİDDET ÜZERİNE SESLİ DÜŞÜNCELER (Şükriye Ercan)

Hukuk denildiğinde, aklımıza genellikle düzen, güvenlik ve adalet gelir. 

 

Oysa bu kavramların her biri, görünmez bir şiddetin izlerini taşır. 

 

Belki de asıl soru şudur: 

 

Hukuk gerçekten şiddetin karşıtı mıdır, yoksa onun en rafine, en soğuk biçimi mi? 

 

Modern insan, şiddetten kaçarken hukuka sığınır. 

 

Ama bu sığınak, şiddetin kapısının hemen yanındadır. 

 

Devlet, kendi şiddetini “meşru güç kullanımı” olarak adlandırır ve onu yasalarla kutsar. 

 

Bu yüzden hukuk, yalnızca şiddeti yasaklayan değil, kimin şiddet uygulayabileceğine karar veren bir sistemdir. 

 

Kısacası, bireysel şiddeti yasaklayan hukuk, devlet şiddetini meşrulaştırır. 

 

Hukukun Doğuşu: Güvenlik mi, İtaat mi? 

 

İlk bakışta hukuk, toplumun ortak yaşamını koruyan bir çerçeve gibi görünür. 

 

Fakat tarih, bize başka bir hikâye anlatır: Hukukun doğuşu, özgürlüklerin değil, iktidarın hikâyesidir. 

 

Antik uygarlıklardan bu yana yasa, düzenin adı kadar itaati de simgeler. 

 

Roma’da, Babil’de, Osmanlı’da ve modern ulus-devletlerde hukuk, egemenliğin kurumsal dili olmuştur. 

 

Her yasa maddesi, “devletin buyruğu”ndan doğar. 

 

Bu nedenle, her hukuk sistemi aynı zamanda bir itaat sistemidir. 

 

Max Weber’in deyimiyle, devlet “meşru fiziksel şiddet tekelini elinde bulunduran” yapıdır. 

 

Yani hukuk, şiddetin araçlarını dağıtmaz; onları merkezileştirir. 

 

Toplumda şiddet azalmaz, sadece tekelleşir. 

 

Bireylerin elinden alınan şiddet hakkı, devletin elinde “adalet” adıyla yeniden doğar. 

 

Ritüelleşmiş Şiddet: Adaletin Soğuk Sahnesi 

 

Mahkeme salonları, bu ritüelin sahnelendiği en teatral alanlardır. 

 

Artık kimse meydanlarda idam edilmiyor; fakat aynı kesinlikle, bir karar metniyle hayatlar sona erdiriliyor. 

 

Bir yargıcın cümlesi, bir infaz kadar keskindir. 

 

Dosyalar, dilekçeler, tutanaklar… Hepsi birer soğutulmuş şiddet formudur. 

 

Walter Benjamin, “Şiddetin Eleştirisi Üzerine” metninde şöyle der: 

 

“Hukuk kurucu şiddet ile hukuk koruyucu şiddet, birbirinden ayrılamaz iki kardeştir.” 

 

Benjamin’in bu sözü, hukukun şiddeti nasıl içerdiğini anlamanın anahtarıdır. 

 

Bir yasa, kurulduğu anda birilerini dışarıda bırakır; korurken aynı anda cezalandırır. 

 

Bir sınır çizildiğinde, birileri o sınırın dışında kalır. 

 

İşte o dışarının adı “yasadışılık”tır — yani hukukun varlığını sürekli besleyen karşıtlık. 

 

Hukukun Tarafsızlığı Bir Mit 

 

Modern hukuk, kendini “tarafsız” olarak tanımlar. 

 

Oysa her yasa, bir iktidar tercihini içinde taşır. 

 

Toplumsal cinsiyet, sınıf, kimlik, ırk… tüm bu farklar, hukukun nötr dilinde görünmez hale gelir. 

 

Ama bu görünmezlik, eşitlik değil; sessizleştirme üretir. 

 

Bir kadın öldürüldüğünde “tahrik indirimi” uygulanması, 

 

bir işçinin sendikal faaliyeti nedeniyle işten atılıp “meşru fesih” sayılması, 

 

bir Kürt gencin polis kurşunuyla ölmesi ve “meşru müdafaa” denilmesi — 

 

bunlar münferit hatalar değil, sistemin mantığıdır. 

 

Hukuk, egemenin dilini konuşur; sessizlerin çığlığını değil. 

 

Michel Foucault’nun dediği gibi, “Hukuk, iktidarın devamlılığını sağlayan bilgi biçimidir.” 

 

Yani yasa, iktidarın ahlakını taşır. 

 

Toplumun alt katmanları, bu ahlakın dışında kaldığında “suçlu” ilan edilir. 

 

Kadın ve Adalet: Yasaların Kör Noktası 

 

 

png-transparent-lady-justice-clothing-themis-drawing-judge-white-woman-black-black-and-white-thumbnail3192918264651401918

 

Kadınlar, hukukun tarafsızlığının en çıplak biçimde yalanlandığı yerdedir. 

 

Bir yandan “eşit yurttaş” olarak görülürken, öte yandan yasa diliyle sürekli ikinci plana itilir. 

 

Kadınların bedenleri, doğurganlıkları, giyimleri, boşanma hakları, çalışma koşulları — 

 

hepsi “hukukun düzenleme alanı”na sokularak denetlenir. 

 

Jineoloji’nin söylediği gibi, kadın bilgeliği bastırılarak erkek aklının yasaları yazılmıştır. 

 

Bu nedenle, adaletin yeniden tanımı kadınsız yapılamaz. 

 

Kadın özgürleşmedikçe hukuk adalet üretmez; yalnızca itaati yeniden üretir. 

 

Gerçek adalet, yasanın diliyle değil, yaşamın diliyle kurulabilir. 

 

Yasaların ötesinde bir vicdan, bir toplumsal dayanışma etiği mümkündür. 

 

Belki de adaletin başlangıcı, tam da hukukun bittiği yerdedir. 

 

Adaletin Geleceği: Hukuku Aşmak 

 

Hukuku aşmak, anarşi değil; insanlaşmadır. 

 

Adalet, yalnızca mahkeme duvarları arasında değil, hayatın bütün alanlarında yeniden yazılabilir. 

 

Bir kadının “artık susmayacağım” demesi, 

 

bir işçinin “emeğim haktır” diye direnmesi, 

 

bir toplumun “unutmayacağız” diye haykırması — 

 

hepsi adaletin başka biçimleridir. 

 

Belki de adalet, bir yasa değil, bir eylemdir. 

 

Şiddeti kurumsallaştıran her sisteme karşı dayanışma, adaletin en saf halidir. 

 

______________________________________________________________________________

 

 

Kaynakça ve Yararlanılan Düşünürler: 

 

• Walter Benjamin – Zur Kritik der Gewalt (Şiddetin Eleştirisi Üzerine) 

• Max Weber – Politik als Beruf (Meslek Olarak Politika) 

• Michel Foucault – Hapishanenin Doğuşu 

• Giorgio Agamben – Homo Sacer: Egemen İktidar ve Çıplak Hayat 

• Hannah Arendt – Şiddet Üzerine 

• Judith Butler – Frames of War: When Is Life Grievable? 

• Jacques Derrida – Adaletin Gücü Üzerine 

• Jineoloji Araştırmaları Kolektifi – Kadın Bilimi ve Toplumun Yeniden İnşası 

• Alain Badiou – Etik: Kötülük Kavramı Üzerine Bir Deneme 

Paylaş:

Yorumlar (0)

Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu siz yapın!