Şükriye Ercan
05 Temmuz 2025, 19:22 | Ülke
Hatırlamak Direnmektir: Çorum Katliamının 45. Yılında (Şükriye Ercan)
Bugün, bir halkın yerinden edilmek istendiği, bir kentin halklar arası kardeşliğinin paramparça edilmeye çalışıldığı günün yıl dönümündeyiz. Bugün, Çorum katliamının 45. yılı.
1980 yılının mayıs ayı sonundan temmuz ayına kadar süren bu karanlık süreçte, Alevilere, devrimcilere, sosyalistlere, ilerici ve demokrat halka karşı sistematik bir saldırı yürütüldü. Resmî rakamlara göre 57, bağımsız kaynaklara göre ise 62 yurttaşımız katledildi. Yüzlerce kişi yaralandı, üç kişi kaybedildi, yüzlercesi göçe zorlandı. Faillerin eli silahlıydı, sırtı devlete dayalıydı.
Bu katliam yalnızca bir mezhep düşmanlığı değil; sınıfsal, siyasal ve tarihsel bir mühendislik faaliyetiydi. Devlet, Osmanlı’dan miras kalan “dini-siyasi” ittifakı yeni rejime uyarlayarak, Alevi-Bektaşi toplulukları iç tehdit ilan etmişti. Selçuklu’dan Osmanlı’ya, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e uzanan Sünni-Türk egemenliği, bu yeni cumhuriyet rejiminde emperyalizmle iç içe geçmiş bir burjuva iktidar aygıtı olarak yeniden kuruldu. Bu rejim, kendisiyle örtüşmeyen her toplumsal yapıyı hedef tahtasına koydu. Alevi-Bektaşi toplumsallığı da bunların başında geliyordu.
Çorum’da hedef alınan sadece Alevilik değildi. Alevilerle birlikte yaşayan, birlikte direnen; Kürt, Türkmen, Sünni; işçi, memur, öğrenci, esnaf; sosyalist, demokrat, ilerici herkes bu saldırıdan nasibini aldı. Çünkü korktukları, bir halkın yan yana yaşamasından doğan birlikti, dayanışmaydı, ortak direnişti.
Katliamdan günler önce şehirde bildiriler dağıtıldı. “Komünist Alevileri yaşatmayın, Allah yoluna kesin”, “Yunusça anlamayana Yavuzca anlatırız” gibi sloganlar duvarlara yazıldı. Bu, halklar arası nefretin değil, devlet destekli psikolojik savaşın göstergesiydi. TRT, olay başlamadan saatler önce Alâaddin Camii’ne “bomba atıldı” haberini geçerek saldırı için zemin hazırladı. Oysa olay yerinde bomba yoktu. Ama TRT çoktan düğmeye basmıştı: “Ey Müslümanlar, Solcular-Aleviler Alâaddin Camii’ni bombaladı. Silahı olan silahını alsın gelsin.”
Saldırıdan hemen sonra, 1980 darbesine giden yolda Genelkurmay Başkanlığı tarafından yayınlanan “baş emir” dokümanında, Aleviler “iç tehdit” olarak tanımlandı. Devletin, milis gücü olarak yetiştirdiği paramiliter yapılar –camilerden, Kuran kurslarından, hastanelerden, kamu binalarından çıkarıldı– ellerinde silahlarla halkın üzerine sürüldü.
Katliamın amacı çok açıktı: Alevi, solcu ve ilerici mahalleleri boşaltmak, halkı yerinden etmek, mülklere el koymak ve Alevi toplumsal yapısını dağıtmak. Devletin bu operasyonu bir “iç savaş provasıydı”. Sivil savunma yasaları, özel harp dairesi, kontrgerilla yapıları, “siyah maskeli görevliler”… hepsi bu sürecin içindeydi. Çocuklar evleri kundakladı, yetişkinler malları yağmaladı. Mahalleler işaretlendi, yollar kesildi, kimlik kontrolleriyle hedef gösterme uygulandı. Tüm bunlar, sadece birkaç çetenin marifeti değildi; askerî ve sivil bürokrasinin organize ettiği bir iç temizlik harekâtıydı.
4 Temmuz 1980 günü, Milönü semti başta olmak üzere birçok mahalle enterne edildi. Yani, halkı korumasız bırakmak için devlet eliyle denetim altına alındı. Aynı gün, Kayseri Hava İndirme Tugayı ve Nevşehir Jandarma Komando birlikleri havadan indirme izniyle bölgeye sevk edildi. 1500-2000’e yakın insan gözaltına alınarak stadyumlara kapatıldı. Amaç açıktı: Alevileri ve devrimcileri savunmasız bırakmak.
Tarih bir kez daha tekerrür etti. 1978’de Maraş’ta, ardından 1980’de Çorum’da yaşanan katliamlar; devletin planlı, organize, halklar arası düşmanlığı kışkırtarak yürüttüğü kirli savaşın iki önemli halkasıydı. 1993’te ise bu zincirin devamı, farklı bir politik bağlamda, bu kez kültürel kıyım ve fikir özgürlüğü bahanesiyle Sivas’ta sahnelendi. Her üçünde de değişmeyen şey, halkın farklılığını hedef alarak korku ve sindirme düzeni inşa etmekti.
Ama unuttukları bir şey vardı: Bu halk diz çökmedi. 67 köy ve mahallede halk komiteleri kuruldu. Direniş örgütlendi. Halk kendini savundu. Saldırıya uğrayan sadece bir mezhep ya da etnik grup değildi; bütün bir halktı. Ve bu halk, zorla teslim alınamazdı.
Bugün hâlâ bu katliamların failleri yargılanmış değil. Bugün hâlâ, bu devletin yasama, yürütme ve yargısı bu katliamda sorumludur. Dönemin başbakanları, içişleri bakanları, genelkurmay yetkilileri ve emir-komuta zinciri içinde bu suça ortak olan herkes, yargılanmalıdır.
Çorum sadece bir acı değil, bir direniştir.
Çorum bize şunu hatırlatır: Direnmeyen unutur. Unutan tekrar yaşar. Biz ne unutuyoruz, ne affediyoruz.
Çünkü biz biliyoruz:
Hatırlamak, direnmenin adıdır.
Yorumlar (0)
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.
Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu siz yapın!
Yazarın Diğer Yazıları
- HUKUK VE ŞİDDET ÜZERİNE SESLİ DÜŞÜNCELER (Şükriye Ercan)
- Hesap Verilmeyen Hafıza: Maraş’tan Sivas’a, Failler Ölse de Suç Yaşıyor (Şükriye Ercan)
- Meşruiyetin Gölgesinde: Hileli Seçimlerden Çıkar Gerçekliğine ve Kürtlerin Geleceğine Dair (Şükriye Ercan)
- SEMBOLİK ŞİDDET: ŞİDDETİN EN USTACA HALİ (Şükriye Ercan)
- Lütuf Değil Hak, Yardımcı Değil Özne: Alevi ve Kürt Halkları Dizayn Edilemez (Şükriye Ercan)
