Fikri Günay
26 Aralık 2024, 20:30 | Ülke
HAKLI VE GÜÇLÜ OLMAK ZAFERİN GARANTİSİDİR (Fikri Günay)

Emperyalizmin eriştiği “küresel” evresi, tüm dünyada ulus devletleri, gelişimi önünde bir engel olarak görüyor artık. Bunu hemen hemen tüm toplum bilimci düşünürler tespit etmiş durumda. Buna karşın emperyalizm, geldiği evrede, her zaman olduğu gibi, girdiği bunalımı aşmak için, var olan ulus devletleri ve uluslaşma sürecini kaçırmış olan halkları, çıkarları doğrultusunda kullanmaktadır. Son örnek Irak’ta oluşturulmaya çalışılan Kürt federe devletidir. Irak Kürtleri, bunca zaman bedel ödemesine karşın Irak’ta ezilen ve hatta kimyasal silahlarla yok edilmek istenen Kürtlerin ulusal hakları, ne oldu da Saddam’a karşı ABD’nin aklına geldi?
Osmanlı İmparatorluğunun küllerinden, Anadolu’da yaşayan tüm halkların katıldığı ulusal kurtuluş mücadelesiyle Türkiye Cumhuriyeti Devleti kurulmuştur.
Bugüne değin, “emperyalist aşamada ulusların kurtuluşu, işçi sınıfının öncülüğünde verilecek mücadele ile olacaktır” tezi, reel sosyalizmin tarihe karışmasıyla, unutulmuş gibi görünse de tersi de hayata geçmemiştir. Bilhassa Ortadoğu’da kurulan Arap ulus devletlerinin durumu ortada. Şah döneminden sonra iktidara gelen şeriat yönetimindeki İran hariç, hepsi ABD emperyalizminin denetimi ve gözetimi altındadır. Hala dünyanın stratejik yakıt özelliğini yitirmeyen petrolünü istediği gibi kullanamamaktalar.
Tüm bunların yanında, kurtuluş savaşını, başta Kürt ulusu ve diğer azınlık ulusların desteğini alarak veren, Kemalist önderlik, Türkiye Cumhuriyeti Devletini kurduğundan beri inkar ve imhacı politikasından hiç ödün vermeden, bilhassa son 30 yıldır, kirli bir savaşın içinde debelenmektedir. Bu politikasını bile emperyalist güçlere dayanarak yapabilmektedir.
Gelinen noktada emperyalizmin güdümünde olduğunu kabul ettiğimiz T.C. devleti, emperyalizmin geldiği küresel aşamada, elbette gereğini yapmaktadır.
Anadolu’da bulunan 25 milyona yakın Kürt halkını ve diğer etnik grupların doğal olan haklarını, bunca isyana ve mücadeleye karşın bugüne değin vermeyen T.C. devleti, bu günlerde etkin bir muhalefet-Kürt muhalefetini saymazsak- olmamasına karşın, %47’lik oyla seçilen iktidar partisini kapatmak için, tavanda kavga vermektedir. Bunalım ve kriz hat safhada. Gerçek muhalefetin olmaması nedeniyle, yönetemez duruma gelen erkin iktidardan düşürülmesi veya hakların alınması sağlanamıyor.
Olması gereken gerçek muhalefet odakları ne yapmalıdır?
Bura da CHP nin muhalefetini kastetmiyorum. Gerçek muhalefet meşru zeminde kendini kabul ettirendir.Yani var gibi gözüken, gerçekte pek olmayan demokrasi güçleri.
Tüm olumsuzluğuna rağmen var olan gerçek muhalefet, yaklaşan yerel seçimlerin de etkisiyle, “çatı partisi mi kuralım, yoksa sadece seçimler için işbirliği mi yapalım”ın tartışılması dışında görünen bir şey yapamıyor.
Ben, bugüne değin pek öne sürülmeyen veya açıktan değinilmediğini düşündüğüm bir noktaya değineceğim.
Öncelikle “Kürt sorunu çözülmeden, demokratikleşme olmaz” tespiti, ilk bakışta doğru gibi gözükse de, özünde korkunç bir çarpıtmadır. Bu dayatma, Türkiye demokrasi güçlerinin bir araya gelmesini engelliyor. Çünkü ayrı ayrı yapılanmalar içinde olan demokrasi güçleri, ulusal sorunun çözümünü farklı düşünüyorlar.
Bu istemin -Kürt sorununun çözülmesi- ardından şu sorular sorulmalı.
Nasıl ve hangi erk çözecek bu sorunu?
Kürt ulus temsilcilerinin ve başta egemen ulus demokrasi güçlerinin temsilcilerinin istemesi yeterli mi?
Ki durmadan her fırsatta bu istemlerini, -Kürt sorununun çözülmesini- en azından Kürt ulusu temsilcileri dile getiriyorlar. Temsil düzeyinde de olsa var olan tüm barış ve demokrasiden yana olan örgütler de her fırsatta istiyorlar. Ama somut bir gelişme yok.
Deniyor ki, Türk solu –doğrusu Türkiye soludur- veya tüm demokrasi güçleri destek verse T.C. Devleti zorunlu olarak her şeyi kabul eder. Bildiğim kadarıyla, kendine “ulusalcı” veya “kızıl elmacı” denenlerin dışında, hiçbir yapılanma Kürt sorununun çözümüne cepheden karşı değil. Kürt ulusal mücadelesini farklı biçimlerde eleştirenler de var. Bu da gayet doğal.
Demokrasi mücadelesinde az çok örgütlü olarak kendini kabul ettiren yapılar, elbette ulusal soruna farklı bakmaktadırlar. Bu bakış farkı, başka farklı tespitleri olmasa bile, ayrı yapılar içinde olmalarına yeter de artar. Bu gün Kürt ulusal önderliğinde öne çıkan yapı, Kürt ulusu içinde mücadele eden başka bir yapı yok diyemez. Şu anda kendini Kürt ulusunun kurtuluşu için kabul ettirmiş olan önderlik, eğer alınan oylar ölçü olarak kabul edilirse, hala çoğunluğa ulaşmış sayılmaz. Meşru zeminde ise artık pek ilerleme görülmüyor. Bunun nedeni, ittifak güçlerinin zayıflığı kadar, var olan Kürt önderliğinin, bir türlü kabul edemediği, Türkiye koşullarının, somut tahlillerindeki farklılık.
Durum böyle olunca Türkiye genelinde, temel amacı “devrim” olarak tespit eden, egemen ulus demokrasi güçlerinin, sorunlarından biri olan ulus ve azınlıklar sorununu, bulundukları konumlarından dolayı, temel sorun olarak almıyorlar diye, ayrı bir kulvarda gelişen kitleselliğine dayanarak, “biz güçlüyüz, biz kitleselleştik, maddi manevi gücümüz emrinizdedir” gibi olgular çevresinde, birlik olma çağrıları iyi niyetten öte geçmez. Bundan önceki denemelerde de öyle oldu zaten.
Türkiye demokrasi güçlerinin temel sorunu, 12 Eylül darbesinden sonra pek dillendirilmese de hala “DEVRİM” dir.
Çünkü 1968 den beri bedel ödeyen Türkiye demokrasi güçleri, Türkiye gibi, kurulduğundan beri emperyalizme bağımlı, yeni sömürge bir ülkede, DEMOKRASİ sorunun DEVRİM sorunu olduğunu unutmamaktadır. Batı demokrasilerinde olduğu gibi SOSYAL DEMOKRASİ’NİN devrimden önce gelişme şansı yoktur. Dönüşme trendi yok olmuştur.
Bunun temel göstergesi gerçek anlamda SOSYAL DEMOKRAT PARTİLERİN oluşamamasıdır.
Başta Kürt ulusunun olmak üzere, Anadolu denilen coğrafyadaki, her türden azınlığın haklarını savunmak başka, bunu hayata geçirmek için meşru mücadelede etken olmak başka. Bu, mücadele edilen ülkenin doğru veya yanlış tahliliyle ilgili bir durumdur. Örneğin, Türkiye’deki Kürt ulusunu, “ezilen ulus” , “sömürge ulus” veya “ilhak edilmiş ulus” temelindeki tespitler, elbette farklı mücadele ve örgütlenme tarzı getirecektir. Ülkemizde de öyle oldu zaten.
Birinci paylaşım savaşının bitiminde dört ülke arasında paylaştırılarak ilhak edilen Kürt ulusunu adeta beyni parçalanmış, sömürge olma statüsü bile çok görülmüştür.
Şu sorular aklıma geliyor ister istemez:
Kürt ulusunun kurtuluşu, bu dört ülkede de zamandaş mıdır?
Şu anda ülkemizdeki Kürt ulusu önderliği tüm Kürtleri kapsıyor mu?
Sorulduğu taktirde yanıtların farklı farklı olacağından eminim.
Bir milat olarak kabul edilen seksen öncesi mücadeleden gereken dersler çıkarılmadan, yapılan temel yanlışların hesabı verilmeden, “ben kitleselleştim, en doğru benim, ben olmadan meclise girilmez” veya “benim desteğim olmadan demokrasi gelmez” gibi dayatmalarla bir yere varılmadığı görülmüştür.
Bu tür dayatmalarla, Türkiye soluna birçok şeyi dikte ettirmeye çalışan eski TKP’nin kitleselliği nerde şimdi?
Yasal zeminde siyasi öncülük yapmaya çalışan eski TİP’in karşısına dikilen 68 önderliği neden oluştu dersiniz?
Sorun kitlesellik veya yaygın yapılanma olmadığı defalarca hem dünyada hem de ülkemizde bir çok kez kanıtlanmıştır. İktidara ramak kalmış gücün, mücadeledeki temel eksiklikler veya tespitlerden dolayı, ya iktidar olamamışlar ya da olduktan sonra çeşitli biçimlerde tekrar iktidardan düşürülmüşlerdir.
Toplumsal mücadele, teoride ne derseniz deyin yaptıklarınız pratikte doğrulanmazsa hiçbir kıymeti kalmaz ve her şeyi sil baştan yapmak zorundasınızdır.
Elbette mücadelede ısrarcı ve direngen olacaksın ama her kazanımın da seni her zaman zafere götürmediğini unutmayacaksın.
12 Eylül Faşist darbesinin şiddetinden öte, Türkiye solunun bu hale gelmesinin temel yanlışları henüz sesli düşünülmediğinden ve muhataplar tarafından kabul edilmediğinden, bir türlü ayağa kalkamıyor. Başkalarının, benim hatalarımı görmesi veya söylemesi yetmez, bizzat kendimin görmesi ve hem de yüksek sesle söyleyerek kabul etmem gerek.
Öğrenmenin ve uygulamanın temel yollarından biri de, bilmediğini bilmektir.
Bugün ayağa kalkamıyor olması, gelecekte -bunun tarihi olur mu?-kalkamayacak demek değildir. Eğer düşmanını, mutlaka bir müttefikinle yeneceksen, müttefikine dayatmalarla değil, olması gerek olgularla gelmelisin. Bu olguların neler olduğunu nesnel koşullar paralelinde müttefik güçleriyle beraber tespit etmek zorunludur. Aksi taktirde, “AYNILAR AYNI YERDE, AYRILAR AYRI YERDE” ilkesi geçerlidir.
Nasıl ki, Kürt ulusal mücadelesi 25. denemesinde sürekli hale gelmişse, tüm Türkiye’yi kucaklayacak mücadele dalgası mutlaka gelecektir. Türkiye koşulları, misak-i milli sınırları içindeki tek güce, tek bir birleşik güçle mücadele edilmesi gerektiğini, herkese eninde sonunda kabul ettirecektir. Zira her toplumsal mücadele, irademiz dışında var olan koşullarda biçimlenir ve bu biçimler doğrultusunda verilir.
Umut ettiğimiz sürece mücadele bitmeyecek, mücadele ettiğimiz sürece de hem doğru mücadeleyi bulacağız hem de umudumuz çoğalacaktır.
ZAFER, GÜÇLÜ OLANLARIN DEĞİL, HAKLI VE GÜÇLÜ OLANLARINDIR. (25-05-2008)
_____________________________________
Not: Yazarımızın bu yazısı 25 Mayıs 2008 tarihli olup daha önce farklı bir yayın organında yayımlanmış ancak güncelliğini koruması nedeniyle yazarımız tarafından dergimizde yayımlanmak üzere gönderilmiştir.
Yorumlar (0)
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.
Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu siz yapın!
Yazarın Diğer Yazıları
- DEMOKRASİ (Devrim) GÜÇLERİ NE YAPMALI? (Fikri Günay)
- CHP İLK DEFA ‘SOSYAL DEMOKRAT’ PARTİ GİBİ! (Fikri Günay)
- DEMOKRASİ (devrim) MÜCADELESİNDE FİGÜRAN OLMA(ma)K! (Fikri Günay)
- AKP, KAZANAMAYACAĞI SEÇİMİ YAPAR MI? (Fikri Günay)
- MİLLİ DAYANIŞMA, KARDEŞLİK VE DEMOKRASİ KOMİSYONU NİÇİN KURULDU? (Fikri Günay)
