Atak Logo

Atak Menü

Haydar Avşar

Haydar Avşar

16 Mayıs 2025, 15:41 | Kültür - Sanat

ALEVİLİK BURJUVA DEMOKRASİSİNİN İÇİNE SIĞAR MI? (Haydar Avşar)

ALEVİLİK BURJUVA DEMOKRASİSİNİN İÇİNE SIĞAR MI? (Haydar Avşar)

Yunan’da tümeller atoma dayalıydı. “Bölünmez ve parçalanmaz” diye bildikleri atoma yani maddeye bağlıydı. Metafizikte ise tümeller ussaldır. Diyalektikte birey toplumsal ilişkilerin bütünüdür. Mantık dilinde de birey somut bir bütündür ve kendiliğinden bölünemezdir.  

 

Oysa bugün atomun parçalanabileceğini tarih herkese gösterdi. Ama İnsan bölünür, parçalanır ve sınırlandırılırsa ne olur? 

 

Burada soruya doğru cevap verebilmemiz için aydınlanma çağında insan sorununa mekanik-atomcu bakışın hangi tarihsel sonuç üzerine oturduğunu anlamamız gerekmektedir. İkincisi “bu tarihsel anlayış neleri kapsamına alıyor ve kapsanan şeyler bizi nereye yönlendiriyor?” sorularını dikkatli cevaplamalıyız.  

 

Reformasyon, burjuvazinin feodal aristokrasiye karşı başkaldırmasıyla başlamıştır. Bu dönem devletinin ideolojisi Hıristiyanlıktı. Bu savaşın sınıfsal yönünü burjuvazi, din yönünü de Protestanlık oluşturuyordu. Katoliklik Protestanlığa dönüştürüldü. 

 

Katolik din anlayışı ve yapılanmasının devlet içindeki yeri değişmeliydi. Din var olmalıydı ancak kiliseye değil devlete bağlı olmalıydı. Bu dönem feodal soylu iktidarları yıkılarak yerlerine ulusçuluğa dayanan büyük monarşiler kurulmuştur. Bu monarşiler içinde Avrupa ulusları ve modern burjuva toplumu gelişmeye başlamıştır.  

 

Aynı dönemde bazıları hem burjuva hem de Protestanlığa karşı kızıl bayrak altında ortaklaşacılık için mücadele ediyorlardı. Bu ortamda Adcılık felsefesi ortaya çıkmıştır. Hallacı Mansur’un ilk görüşü olarak bilinen Vücudiyecilik de tekrar Almanya’da  ortaya çıkmıştı. Tomas Münzer bu görüşler temelinde  Almanya’da  Köylü Ayaklanmalarını örgütlemişti. 

 

Orta Çağın içinde din kurumu, kilise ve başta tanrı kavramı tümüyle tümellere dayanıyordu. Bu tümel, maddenin ve ruhun üzerinde olan bir tümeldi. Bunlar gerçek sayılıyordu. Tanrının gölgesi sayılan orta çağ sınıfları tümeller üzerine kurulu bu ideolojik – politik güce dayanarak insanları sömürüyor ve baskı altına alıyordu. Ayrıca insan ölünce insanın ruhu bu tümel dinle birleşiyordu. Adcılık akımı hem burjuvaziye hem de Protestanlığa başkaldırının ilk ve en modern biçimiydi. Başkaldıranlar “tümel kavramlar   gerçek değildir”, dediler. Bu, tanrının reddi anlamına geliyordu.  

 

Rönesans bu toplumsal koşullar içinde şekillendi. Rönesans şüphecileri, duyulara güvenmemişlerdir. Onlara göre duyumlar sadece dış görünüşü gösterir. Duyu nesnenin kendisine inemez. Bu noktada Rönesansçılar Yunan şüphecilerinden çok geridedir. Rönesans  şüpheciliğinin dayandığı kaynakla kilisenin dayandığı kaynak aynıdır. Metafizik ruh bireycilik ruhu ile kılık değiştirmiştir. Lucilio Vanini’nin (1583-1619) dili kopartılınca onun ölmezliği tartışılmıştır. Artık kimse ruhun ölmezliğine inanmıyordu. 

 

Kilise geçmişte tümelden tikele yönelmişti. Bu dönemde ise tikelden tümele yönelmiş durumdadırlar.  

 

Bölünmüş insandan soyutlanmış olan tümelin, bölünmüş ve sınırlandırılmış tikel insan zemininde yeryüzüne indirilmesi gerekiyordu. Bu da bölünmüş ve sınırlanmış insan zemininde kurgulanan birey çıkarıydı.  

 

Aydınlanmacılar ise bu anlayışı klasik mekanik-atom zeminine dayandırarak geliştirdiler. Yaratılan bu çerçeve içindeki insan, burjuvazinin çıkarına uygundu. Oysa bu, tarihsel – sınırlanmış bir bilinçti yani sanal bir bilinçti. Mekanik-atomcu burjuva  aydınlanmacı bilinç şekli gerçekliğin üzerini örtmeye yarıyordu. 

 

 Alevi felsefesinde hiçbir şeyin görünürde olduğu gibi olmadığı, “seyir içinde seyir olduğu”, “sır” olduğu ifadesiyle bu iddia edilen gerçekliğin böyle  olmadığı ifade ediliyordu. 

 

İçinde bulunduğumuz dönemde dünyada ve Türkiye’de “insan”, demokrasinin öznesi gibi gösterilmektedir. Oysa gösterilen “insan”  “yüreği alınmış” cansız bir soyutlamaya dayalıdır.  

 

Demokrasinin insanı, bütün tikel içeriklerinden çıkartılmış bir soyutlamadır. “Demokrasi” temelde  “anti-hümanisttir,” somut insanları değil, biçimsel, kalpsiz ya da cansız bir soyutlamayı “ölçü” alır. Demokrasi “iyi insan” ile “kötü insanı” eşitler. Alevilikte  ise “iyi insan” ile “kötü insan” eşitlenmez. 

 

  •  Bütün demokratik beyanların “ırkına”, “milliyetine”, “cinsiyetine”, “dinine”, “servetine”, “toplumsal statüsüne” bakılmaksızın ibareleriyle başlaması bu soyutlamaya işaret etmektedir. Tarihten, toplumdan, sınıfsallıktan soyutlanmış bir insan olabilir mi? Soyutlandığında, soyut insanda bütün insanlar kurgusal bir eşitliğe indirgenir ki, burjuvazinin “özgürlük, eşitlik, kardeşlik” ilkesi bu soyutlamanın bir ürünüdür. Burjuva demokrasisi de bu soyutlama üzerinden kurumsallaşmıştır.  

 

  • Demokrasi soyut yurttaş ile “tikel”, “patolojik” çıkarların burjuva taşıyıcısı arasındaki bir bölünmeyi içerir. Bu ikisi arasında uzlaşma yapısal olarak imkânsızdır. Atomize mekanik bireylerin dışsal yığılımı olan bir toplum ile organik bağlarla bir arada tutulan cemaate dayalı toplum arasındaki geleneksel karşıtlık üzerinden gidilse bile uzlaşma imkânsızdır. Çünkü burjuva demokrasisi kesinlikle atomize olmuş bireylerin paralizasyonuyla mekanik dışsal yığılımı olan bir topluma götürür. Bu gün olduğu gibi… 

 

  • Demokrasi ideolojisi, tarihsel-egemen toplumlarla bağlantılı olan “kamu alanı” ile sınıflı toplumla bağlantılı olan “özel alan” ayrımı sayesinde de yeniden üretilir. Avcı- toplayıcılarda, erkek ile kadın etkinlikleri içerisinde kadının iş yaptığı  ev-içi alan özel alan sayılmış ve erkeğin iş yaptığı  ev-dışı alanlarda kamu alanları sayılarak bir cinsin bir cins üzerindeki egemenliği ortaya çıkmıştır. Yani ilk olarak kadın ve çocuklar köle yapılmıştır. Köleci toplumun ilk nüveleri yaratılmıştır. Kadınlar erkeklerin mülkü sayılmıştır. Böylece cins ayrımından ilk olarak köleci sınıflı toplum çıkmıştır. Tek tanrılı dinlerde  bu ayrımı onaylayan ve pekiştiren egemen sınıfların bir ideolojisi olmuştur. 

 

  • Alevilikte ikilik yoktur. Patria Potestas-Kadın-erkek-çocuk ya da cins,ırk, milliyet ayrımı, yoktur. Bu yüzden bir cinsin diğer cinse üstünlüğü yoktur.  

 

  • Aleviler “yaradılışa” inanmazlar “doğuşa”  inanırlar.  

 

  • Cins; Ataerkil Aile-Kadın-Erkek, ırk ve  milliyet ayrımı dünya çapında insanın tarihsel-toplumsal- siyasal bölünmesini ve günümüzde de burjuva çıkarlar arasındaki bir bölünmeyi ifade eder.  

 

  • Modern burjuva egemenliğinin ve / veya tarihsel egemenliğin giremediği ne bir özel alan ne de bir kamusal alan vardır. 

 

  • Sözün özü burjuva egemenliği ve tarihsel egemenlik, bu soyutlandığı söylenen insan içerikleri üzerinde yükselmesine rağmen demokrasinin ideolojik meşruiyeti bunun tam tersi bir söylemle üretilmektedir. Devlet tarihsel ezilen sınıflardan soyutlanarak tarih dışı ve sınıflar üstü bir söylemle ele alınmaktadır.  

 

  • Bu yüzden dünyada sınıfsız toplum temelli Anasoylu Ezoterik-Batini sosyal yapılar ve “Rıza Şehri toplum”  tasarımı olan Alevilik  yok sayılmaktadır. 
Paylaş:

Yorumlar (0)

Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu siz yapın!