Mehmet Güzel
16 Kasım 2024, 02:12 | Kültür - Sanat
AHMET KAYA’YI AZ BİLİNEN YANLARIYLA ANMAK (Mehmet Güzel)
Paris Louver müzesi camlı ehram sahası 1988 Ahmet Kaya –Mihrac Ural
Ahmet Kaya yoldaşımız 24 yıl önce bugün hayata veda etti. O, her toplumsal kesimden milyonlarca insanın gönlüne taht kurmuş ve ülkemizin ortak değeri haline gelmiş bir devrimci sanatçıydı. Onun sanatçı kişiliği ve devrimci dik duruşu bütün sevenleri tarafından hatta sınıfsal olarak karşıtları tarafından da biliniyor. Biz bugün burada Ahmet Kaya’nın bilinmeyen örgütlü yanı ile ilgili yanlarına değineceğiz.
Ahmet Kaya ile Mihrac Ural’ın yolları kesiştiği andan itibaren aralarında teorik görüş alışverişi, siyasi sohbetler ve ülke ve dünyaya dair çözümlemeler başladı. Ahmet Kaya’nın ölümüne kadar bu sıkı bağ hem Mihrac Ural hem de Kemal Bayram ve diğer yoldaşlarla devam etti. Bu teorik ilişki, Ahmet Kaya’nın “ben örgütümü buldum” diyeceği bir evreye ulaştı.
Mersin konserinde, Antakya konserinde ve başka zamanlarda bütün ekibiyle birlikte Antakya’da yoldaşlarımızın konuğu olurdu. Yemekli içkili ve derin sohbetli akşamlamalar gecenin geç saatlerine kadar devam ederdi. En son Antakya konseri sonrasında soluğu yine yoldaşlarımızın evinde almış ve gecenin geç saatlerine kadar sohbet edilmişti. O sohbette Ahmet yoldaş, “ileriki bir zamanda bir konser organizasyonu yapın, bu konserden hiçbir ücret almayacağım, gelirini devrimci mücadelede kullanırsınız” diye söz vermişti. Ancak bu sözünü yerine getirme zamanı bulamadan o çatal bıçaklı linç girişimi yaşandı ve ülkeyi terk etmek zorunda kaldı.
Ahmet Kaya, Avrupa’da düzenlenen mitinglerde Mihrac Ural ve diğer yoldaşlarımızla beraber örgüt flaması altında ve kortejimizde yer aldı. Kimi Merkez Komitesi toplantılarına şeref üyesi olarak katıldı. Merkez Komitesi asli üyeliğine önerildi. Ancak bir sonraki değerlendirmeye kadar şeref üyesi olarak kalması uygun görüldü. Ne yazık ki bir sonraki değerlendirmeye ömrü yetmedi.
Ahmet Kaya, “Karar Vermek Zor” adlı şarkıyı Malatya Beylerderesi’nde öldürülen kurucu önderlerimiz İlker Akman, Yusuf Ziya Güneş ve Hasan Basri Temizalp için besteledi:
“Malatya’dan çıktım yola, yollar yanıyor
Düşman sarmış dört yanımı, kurşun saçıyor
Düşmüşüm bir çukura, canım yanıyor
Yaşasam mı, ölsem mi?
Karar vermek zor
Düşmüşüm bir çukura, canım yanıyor
Yaşasam mı, ölsem mi?
Karar vermek zor
Beyler deresinde kardaş, pusu kurdular
Dağda çadır çadır açtılar, tüfek çaktılar
İlker kardeşi canımdan, canımdan vurdular
Yaşasak mı, ölsek mi?
Karar vermek zor
İlker kardeşi canımdan, canımdan vurdular
Yaşasam mı, ölsem mi?
Karar vermek zor”
Bütün yoldaşlarımızda Ahmet Kaya sevgisi çok güçlü ve derindir. Ahmet Kaya hayattayken yukarıda açıkladığım bilgilere az sayıda yoldaşım vakıftı. Ama bu bilgilere vakıf olmadığı halde istisnasız bütün yoldaşlarımızda derin bir Ahmet Kaya sevgisi vardı. Ama örgütsel olarak onun aramızdaki yerini bilenlerin bu sevgisi ve yoldaşlık bağı bambaşka bir derinlik taşıyor. Bu duygu karşılıklı vefa duygusudur. Bu, yoldaşlığın gereği olan birbirine sımsıkı tutunma ve sahiplenme davranışıdır.
Kemal Bayram yoldaşımız vefat etmiş ve cenazesini Türkiye’ye uğurlamak üzere Paris’e gitmiştim. Uğurlama töreni sonrası Ahmet Kaya’nın ve Yılmaz Güney’in mezarlarını ziyaret etmek üzere mezarlığa gittim. Ahmet Kaya’nın mezarı başında, üzerinde “Kemal Bayram” yazılı henüz taze bir demet çiçek gördüm. Anladım ki Kemal Bayram yoldaşımız öldüğü gün bu çiçek demetini çocukları aracılığıyla Ahmet Kaya’nın mezarına göndermiş ve bir bakıma onunla vedalaşmıştı. Hem Kemal Bayram’ın, öldüğü gün yaptığı bu davranış, hem de Kemal Bayram’ı Türkiye’ye uğurlama töreninden sonra Ahmet Kaya’nın mezarına giderek bu olaya tanık olmam, aramızdaki yoldaşlık bağının manevi gücünün göstergesiydi.
Ölümünün yıl dönümünde Ahmet Kaya’yı özlem ve saygıyla anıyorum. Eserleri ve mücadelesiyle milyonların yüreğinde silinmeyecek bir yere sahip olması dolayısıyla ölümsüz olan yoldaşımız bizim yüreğimizde ise apayrı ve müstesna yere sahip olarak mücadelemizde yaşamaya devam edecektir.
Aşağıda Mihrac Ural yoldaşımızın Ahmet Kaya ile ilgili özel anı ve duygularını da içeren bazı yazılarını ekliyorum.
GERÇEKLERİN SÖZCÜSÜ
Mihrac Ural 16 Kasım 2000
“Kral çıplaktır” diyerek sanatı yücelten onurlu insan. Ahmet Kaya Yoldaş Yüreklerimizde yaşamaya devam edecektir.
Türkiye halkları adına, Kürdün, Türkün, Arapların kardeşliği adına, son çeyrek asrın demokrasi-özgürlük ve hukuk mücadelesinde, gerici devlet mekanizmasının insanlık dışı baskıları ve dayanılmaz ağırlığı altında yorgun düşüp ezilenlere ve ezenlere rağmen, yeniden uyanışın sesi, büyük insan, onurlu devrimci Ahmet Kaya yoldaşın ölüm haberi, halklarımızı olduğu kadar beni ve benim gibi düşünen tüm yoldaşları derinden sarstı. Anlatılması güç acı ve düşünce dolu duygular içindeyiz.
Gerçek bir dost örneği olarak, tüm dostların zor günlerinde, kendini özverinin en onurlu örneklerini vererek omuz veren, yiğitçe yanında duran, gerçeklerin gür sesi Ahmet Kaya yoldaşın ölümü, Türkiye’nin tüm onurlu insanlarının bir kaybıdır. Bu kayıp, klasikleşen renkleriyle, sanatı yücelten özgür sesler camiasının onarılması güç bir kaybıdır. Bu kayıp, tüm boyutlarıyla genel ölçekte Türkiye insanının kaybıdır. Özel ölçekte ise, bir dost ve yoldaş olarak bu kayıp benim kaybımdır. Üç gün önce, ağır bir süreçten çıkışımda, beni ilk arayan, benimle dayanışmasını belirterek, on yılların yoldaşlığına verdiği değeri, her zaman olduğu gibi tazeleyip yücelten Ahmet Kaya yoldaşın ölümü, şahıs olarak benim açımdan inanılmaz bir acıya kaynaklık etti; yıllar önceki bir hadisede, kendisine söylediğim “şu gördüğün toplulukta bir sen, bir ben kalırız yolumuza devam eden” sözleri hatırlatırken, böylesi bir dostun benim için ne kadar özel olduğunu düşünüyor ve bunun acısını yaşıyorum.
O, sanatı yücelten bir sanatçıydı. Sanat, “Kral çıplaktır” deme onuru ve yiğitliğiyle O’nun dilinde yüceldi. Bunun bedelini zindanlarda, mahkemelerde, sürgünlerde ödeme pahasına, bir kez değil, bin kez “Kral çıplaktır” diyerek, gerçeği topluma açıklayıp insanlığının gerektirdiği toplumsal sorumluluğu yerine getirdi. O, hepimizin bir kaybıdır, zulme karşı isyan seslerimizden en önemlisinin kaybıdır.
Lanet olsun sana ölüm diyorum. Bize, işkenceleriyle, zindanlarıyla zorbaca baskı yapanlara, sürgünlerde ölmeye mecbur edenlere lanet olsun diyorum. Nazım Hikmet’ten Yılmaz Güney’e uzanan ve bu son halkada Ahmet Kaya’ya ulaşan sürgünde ölüm dayatmasına neden olanlara bir kez daha, bin kez daha lanet olsun diyorum.
Gülten yoldaş, Ahmet Kaya ailesi adına öncelikle sana sabır diliyor, acını paylaşıyor taziyelerimi iletiyorum. Bu kara günde, tüm yiğit devrimci sanatçı camiasına, demokrasi ve özgürlük mücadelesi uğruna dövüşenlere başımız sağ olsun, davamız sağ olsun diyorum.
16 Kasım 2000
Türkiye Halk Kurtuluş Cephesi Genel sekreteri
Mihrac URAL
**************************
AHMET KAYA ANISINA

Mihrac Ural, Fatoş Güney ve Ahmet Kaya
ÖZLEDİK İKİ GÖZÜM
Mihrac Ural
İki gözüm Ahmet Kaya anısına 16 Kasım 2010
Derler ki,
Picasso Paris’e ilk ayak bastığında tren garında piştovunu çekerek üç el ateş eder ve “Parisss Parisss Parisss duy sesimi, ben geldim işte buradayım” diye bağırmaya başlar. Kimse umurunda değildi ve kimse de o mahşeri kalabalıkta bu haykırışla ilgilenmedi. Picasso, Paris gibi sanat merkezindeki değirmenlerin öğütücü etkinliğine karşı bir meydan okuyuş olarak ortaya bir tavır sergilemişti. Koyduğu bu tavrının hep arkasında da kalmıştı. Sonra ülkesini büyük elçi olarak temsil edecek ve dünyanın önünde saygıyla eğildiği resimlerin ressamı olacaktı.
Ben de, Ahmet Kaya’nın benzer bir haykırışına tanık oldum. Onu sizinle paylaşacağım. Paris’teki ilk buluşmamız ve uzun süre bir arada oluşumuzun üzerinden bir kaç yıl geçmişti. Ortadoğu’dan yola çıkıp Almanya’ya gelmiştik.1992 Kasım ayının son günleri, Frankfurt’ta buluşuyorduk. Hava alanından çıkar çıkmaz Şehir merkezinde bir yerde buluşacaktık. Yılların özlemlerle dolu buluşmasıydı.
Şehrin merkezinde dört yol kavşağı ve insan selinin ortasında bir araya geldik. Caddenin karşıt kaldırımlarındaydık, trafiğinin korkunç akışına bakmadan, Almanya’da olması asla düşünülmeyecek tarzda yolu keserek hızla birbirimize koştuk! Sarıldık sıkıca, sıvazladık sırtlarımızı etkince…
O an ne olduysa, Ahmet aniden geri çekildi. Tedirgin oldum, nedir demeye kalmadan elini beline götürdü, şaşkınlığımı üstümden atamadan, silahını çekip elini havaya kaldırdı; 14’lü Browning. Bir tarakta 14 birde ağızda etti 15 kurşunu o mahşerin ortasında boşalttı.
Karışımda Picasso’nun yaptığını aynıyla yapan, haykırarak sevincini dile getiren bir Ahmet Kaya vardı. Sevincin böylesi ancak ona ait olabilirdi. O sevincini böylesine farklı dile getiren bir dost bir kardeş bir candı.
Dehşete düşmüştük. Çevreden bize ne oluyoruz diye bakanlar az değildi. “İşte biz buradayız. Dünya alem sesimizi duysun biz buradayız direnmeye de devam edeceğiz” diye coşkuyla bağırdı.
Aniden gerginliğim kayboldu. Picasso’yu hatırladım, Ahmet zulme karşı, ülkesinde uğradığı haksızlığa karşı bir direnme duruşu sergilemişti. Bize ve bizim kanalımızla herkese bu insanca mesajını refleksleriyle veriyordu; tıpkı Picasso gibi.
Sonra hep bir aradaydık. Sürekli haberleşip buluşarak, okuduklarımızı tartışarak, gelecek siyasal yönelimler üzerinde sohbetler yaparak güçlenip derinleşerek yürüdük.
O dostluğun erdemiydi, vefanın ikircimsiz algısıydı.
1998 tarihi bölgemiz için ve 12 Eylül rejiminin mağdurları siyasi sürgünler için kasvetli bir tarih. Türkiye Ortadoğu’da savaş arayışının şaşkınlığıyla komşularına saldırıyor. İç sorunlarını komşularının sırtına yıkma, onları sorumlu gösterme gibi, bu gün tüm çıplaklığıyla ortaya çıkan bir hatanın arkasından yuvarlanıyordu.
Bu karanlık kesitte birilerimiz bölgeden çıkmak zorunda kalmıştı (9 Ekim 1998). Ama 12 Eylül rejiminin paşaları, Ergenekoncu savaş telaları kendini bir adım önde sanmanın dengesizliğiyle ve ısrarla beni teslim almak için baskılara başladı. “Adana Mutabakatı” olarak bilinen (20 Ekim 1998) iki ülke arasında suçluların iadesiyle ilgili güvenlik anlaşması siyasileri içermemesine rağmen bu ısrar sürdü. Olaylar da tazeydi, keskin bir sürecin tırmanışı durdurulmak isteniyordu. Mısır, Türkiye Suriye arasında arabuluculuk yaptı. Mısır, Cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek bunun karşılığında Atatürk ödülüyle de taltif edildi.
Bölge her alanda gergin bir süreçten geçiyordu. 1999’da interpolün kırmızı bültenle aradığını açıkladığı siyasiler aranmaya başladı. Bunun üzerine 1999 sonunda tutuklandım. Hiçbir gerekçe öne sürülmedin siyasi mülteci olan bir insan tutuklanıyordu.
Bir yıl güneş yüzü görmeden, tuvaleti başucunda olan bir hücrede yattım. İki ülke arasında bozgunculuk yapmak gerekçesiyle zorunlu ikametim bu hücre olmuştu. Boyun eğmedim doğrularımdan taviz vermedim bunun kefareti ne ise onu çekecektim; ben demokrasi mücadelesinde kararlı olduğum kadar Kürt halkının hakları için bir dost olarak mücadelemde kararlılığımda dik durdum. Bedel bu ise hoş geldi sefa geldi dedim. Alnımın akıyla yattım, anlımın akıyla çıktım. Yurtdışında, Libya, Almanya ve Fransa’dan sonra dördüncü kez bir ülkede siyasi irademin bedelini ödüyordum.
2000 Kasımında serbest bırakıldım. Henüz evime arkadaşlarıma, çocuklarıma yeni kavuşmuştum. Yer sofrasında yemek yiyordum. Telefon çaldı. İki gözüm Ahmet Kaya hattın diğer ucunda “geçmiş olsun iki gözüm diyordu” . Uzaktan dostluk elini, ruhunu, nefesini iletiyordu.
Ben de iki gözüm Ahmet’i hiçbir yerde ve hiçbir zaman yalnız bırakmadım. O hala içimizde, derinliklerimizde tüm canlılığıyla yaşamaya devam ediyor.
Bu yılın Ahmet kaya anısını, her defasında olduğu gibi Gülten Kaya’nın onurlu ve dik duruşunu selamlayarak noktalayacağım. Gülten, Ahmet Kaya’yı her defasında yeniden bizlere, dinleyicilerine halkına kazandırmakla hepimiz adına çok önemli bir sorumluluğu yerine getiriyor.
Gülten, bir kez daha her kahramanın arkasında dev bir kadın olduğunu ortaya koyuyor.

Mihrac Ural, Ahmet Kaya, Kemal Bayram ve diğer yoldaşlar
Duygularım:
Ahmet Kaya’nın anısına, içimden geldiği gibi 15 Ekim.2002
Neyini Anlatayım
Mihrac Ural
Ben Ahmed’i anlatamam
Duygularım kalem tutamayacak kadar taraflı
Yüreğim hüzünle yaralı
Şair de değilim
Nasıl anlatayım
Yalın kılıç gibi dizili mısraları
mitralyöz ateşine dönüştüren sesini mi
Yoksa Anadolu dervişleri gibi sesiz dururken
fütuhata atılmış uç beyi narası gibi türkü haykırışını mı
Hangi birisini
Aranan “hükümsüz” kimliklerimize
Kod adı takışını
İşkencelerin paslı prangalarını
Zindanların zifiri karanlığında yatırılan aydını
Zulaları, martavalları, erketeleri,
Nöbet gecelerinden kalma yorgun demokratları
Kokusuna doyamadığımız anayı
Hasretlerin boğucu ıstırabını
Mustantık sorgusunda ispiyon yemiş aslanları
Sürgünde lime lime doğranmış hasretleri, vurgunları
Renksiz dostları
Arkadan vuran hançerleri
Cehennem gibi düşmanlıkları anlatmadı mı türküleri
başka ne anlatayım
Sürgünde, hakkın başka türlü gelmeyen rahmetini mi,
Nazımı, Yılmazı, sırada bekleyen bizi mi,
Kuşak kuşak, yaman ayrılıkta toprak olanları mı
zindan çıkışımda uzanan ilk dost eli kimindi
bir ucundan dünyanın
Ben daha neyini anlatayım
Hey, ayaklar altına düşürülen sanat
artık onurunu kim kurtaracak
Unutun mu,
o makus gecedeki haykırışı; kral çırılçıplak
Tabak, çatal, bıçak
Onuncu Yıl Marşı okunacak
Renksiz dostlar,
size hep bir lanet borcum kalacak
Allah aşkına, daha neyi anlatayım
************************************
AHMET KAYA ANISINA
Mihrac Ural 16 Kasım 2011
Bugün 16 Kasım 2011 itibariyle Ahmet’i, çok daha fazla özlüyoruz. Bir yanımız eksik kalmış hallerdeyiz. O davudi sesiyle, inci gibi dizili güftelerin duygu seliyle, ülkemiz üzerinde yoğunlaşan karanlıkların, gericiliğin, ırkçı-milliyetçiliğin puslu havasında bir müzik pusulası gibiydi. Karanlıklar çöktükçe ona ihtiyacımız bir kat daha artıyor. 12 Eylül karanlıklarından çıkmışın yol haritasıydı; “Yorgun Demokrat”ı söylerken hepimizin yüreklerin, akıllarına seslenmişti, “uyanın artık, susma zamanı bitti, yola koyulun…” bu çağrıyla bir dönemin karanlıklarından çıkılmaya çalışıldı.
Ahmet Kaya, sevinciyle tasasıyla bizden biriydi. Başına gelenlerin tümü de bununla ilgiliydi. Halk olması, halkının haklı davası için haykırmasıydı. Paris’te birlikte geçirdiğim o mitingli yürüyüşlü yıllarda, Demokrasi mücadelesindeki algımızın görevlerini eksiksiz yerine getirmeye çalıştık. Halkımızın hak ve talepleri için ileriye dönük planlarımız vardı. Bunun için özgün toplantılarda aldığımız kararlar vardı. Bunları da yeri geldikçe tek tek okurlarla paylaşacağım.
Bu yılın Ahmet Kaya anısına ilişkin yazımı, her defasında olduğu gibi, Gülten Kaya’nın onurlu ve dik duruşunu selamlayarak noktalayacağım. Gülten, Ahmet Kaya’yı her defasında yeniden bizlere, dinleyicilerine halkına kazandırmakla hepimiz adına önemle kararlılıkla, zorluklara göğüs gere gere verdiği mücadeleyi selamlıyorum.
Gülten, bir kez daha her kahramanın arkasında dev bir kadın olduğunu gösterdi. Onu bu satırlardan bir kez daha selamlarım.
**************************
AYNI BAYRAK ALTINDA AHMET KAYA YOLDAŞLA KÜRT LİDERİ Dr. KASIMLO’YU UĞURLAMIŞTIK

O uzun günde, bir Kürt liderinin katledilmesinin hüznünü yaşıyorduk. Paris’te MK toplantımızı yapmış, yeni kararların eşiğindeydik. Dr. Kasımlo’nun cenazesine yüzlerce yoldaşla birlikte omuz omuza katıldık. Avrupa’da yükselerek süre giden örgütsel çalışmalarımızın ihmal etmediği bu duruşlardan birini sergiliyorduk. Örgüt amblemimiz altında Ahmet Kaya yoldaşla omuz omuza kortejdeki yerimizi aldık. Kürt halkının özgürlük tutkusuna burada da omuz verdik. Temmuz 1989 Paris.
Mihrac Ural 13 Kasım 2009
Dr. Kasımlo, 22 Aralık 1930 Urmiye doğumlu. Kürt halkının en önemli liderlerinden biri. Döneminin ileri entelektüellerinden olduğu kadar, özgürlük mücadelesinin siyasal, askeri liderlerindendi. Anadili dahil, 8 dili konuşup, yazan bu büyük aydın 13 Temmuz 1989’da Avusturya’nın başkenti Viyana’da iki yoldaşıyla oturduğu bir Cafe’de hunharca katledildi. İran derin devleti bu katliamın adresiydi.
Gericiliğin kanlı eli, diktatörlüğün hak tanımaz insanlık dışı abesi Dr. Kasımlo’yu katletmişti. Haber anında tüm Avrupa’yı ve dünyayı kapsadı. O kesitte Ahmet kaya yoldaşımla Paris’teydim. Örgüt Merkez komite toplantısını yapmış önemli kararlar almıştık. Ahmet kaya MK şeref konuğuydu.
Dr. Kasımlo’nun cenaze törenine aktif biçimde katılma kararı aldık. Kortejimizde yüzlerce yoldaş, sempatizan ve dost vardı. Görevimizi yaptık. Ünlü Pére Lachaise mezarlığında son bulan seremoni, tanık olduğum en ciddi ve en vakur cenaze töreniydi.
Kortejde yürüdüğümüz sırada Fatoş Güney’i gördüm. Hüzün doluydu. Bir iki gün önce evimde misafirimdi. Ahmet Kaya ve diğer yoldaşlarımla uzun bir sohbet oturumu yapmıştık. Fatoş, Yılmaz Güney’in hüznü ile Dr. Kasımlo’nun cenaze töreni atmosferi içinde sessiz, sitemsiz, gözü dolu, başı öne eğik yürüyordu. Ahmet kaya yoldaşı elinden tutum ve “Fatoş’la birlikte yürüyelim” dedim. Kendi kortejimizden ayrılarak Fatoş Güneyin yanına geldik, “sizinle birlikte yürüyeceğiz” dedik. Mutlu oldu.
Dr. Kasımlo’nun o vakur ortamdaki cenazesi, izleri bu güne kadar süren dayanışma ruhlarımıza bir kez daha dinamik katıyordu. O hüznün derin etkisi altında, devletlerin derin güçlerine hedef tahtası olarak hepimizin karşı karşıya kaldığı tehlike, bizi daha sıkı bir dayanışmaya yöneltiyordu.
Bu günün anısı mucibince Kürt halkının başı sağ olsun diyorum. Kürt lider Dr.Kasımlo’nun anısı, Kürdün özgürlük aşkında ve Orta- doğu halklarının mücadelesinde dalgalanacaktır.
**************

Kemal Bayram ve yoldaşları Ahmet Kaya mezarı başında.
Ahmet Kaya etkinliği önemli bir kültür etkinliğidir.
Bir tarihi kesitin de anatomisi olmalıdır. Klasik müzik bize nasıl ki bir üretim ilişkisinin yükselişini tüm yönleriyle müzik kanalından verdiyse, tek boyutluluk yerine çok boyutlu algıyı getirip yerleştirdiyse, Ahmet Kaya etkinliği de 12 Eylülde üzerine ölü toprağı dökülmüş devrimci hareketin kendini küllerinden yeniden yaratmasını ifade etmelidir; bir Anka kuşu gibi.
Bu konu çok kapsamlı bir çalışmayı gerektirir, yaratıcı da olunmalı. Bunun için iyi yönetilmelidir. Benim desteğim Ahmet Kaya’yı yoldaşım olması kapsamında ona ait ve onunla birlikte yaşanmış anıların, fotoğrafların katkısı düzlemindedir. Mesela Ahmet Kaya’nın, Lübnanlı ünlü müzik üstadı komünist Marcel Halife’nin Kuran’daki bir sürede geçen ve Yusuf peygamberin kardeşleri tarafından kuyuya atılmasını anlatan etkin müzik çalışması nedeniyle yargılanmasına karşı aldığı tavrı ülkemizde kim bilir?
Mesela Ahmet Kaya’nın hangi devrimci örgüt Merkez Komite çalışmasına katılmıştı, bu toplantıda hangi siyasi değerleri savunmuştu, insani ahlak ve değerlere ilişkin tutumuyla Merkez Komitesini nasıl etkilemişti, kaç kişi bilir?
Ya şu aktaracağım anıyı kimler bilir desem bu etkinliğe nasıl katkı yapabileceğimi anlatmış olur muyum? Başarı dileklerimle anıyı aktarıyorum: Mihrac Ural
(Mihrac Ural, yukarıda aktardığımız, Ahmet Kaya ile Frankfurt’ta karşılaşması esnasında Ahmet Kaya’nın havaya ateş açması anısını aktarmış.)
Yorumlar (0)
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.
Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu siz yapın!
