Atak Logo

Atak Menü

Levent Sultan

Levent Sultan

27 Aralık 2023, 17:19 | Dünya

ABD GAZZE’DEKİ SAVAŞI KIZILDENİZ’E DE SIÇRATTI (Levent SULTAN)

 

 

İsrail’in Filistin halkına karşı Gazze’de açtığı savaşın üzerinden 80 gün geçmesine rağmen, savaşın şiddeti ve vehametinde değişen bir şey yok. İsrail’in ırkçı-dinci bulamaçlı Siyonist saldırılarını Filistin halkı üzerinde esasen Birleşmiş Milletlere ‘üye devlet’ olduğu 1948 ve hatta öncesinden beri bugüne kadar devam ettire geldi. Değişik zamanlarda bu ‘devlet’, Filistin halkının tarihsel toprakları üzerinde genişleme ve siyasi-askeri üstünlüğünü hem Filistinlilere ve hem diğer komşu ülke halklarına karşı kurma arzularının ‘gerektirdiği oranla’ saldırı dozlarını ayarlardı. Ama bu son savaşın çıtası, ‘soykırım, toplu imha’ gibi insanlık düşmanı bir düzeydedir. 

 

 Filistin halkı adına Filistinli direnişçilerin mücadelesi; topraklarından göçtürülerek ya da toplu katliam furyalarıyla ‘hesap dışında’ tutularak, dünyadaki diğer halklar gibi devletini kurma da dahil kendi kaderini tayin etme hakkının İsrail tarafından gaspına karşıdır. Dolayısıyla bu mücadele, ‘yok edilmeye’ karşı bir ‘var olma’ mücadelesidir. ‘Yok edilmeye’ karşı mücadele tüm Filistinliler için geçerlidir. Bu dava, ne Hamas’ın, ne Cİslam-ı Cihad’ın, ne Fetih’in, ne de Marksist kökenli Filistin Kurtuluş Cephesi ve Demokratik Cephe gibi irili ufaklı onlarca örgütün davasıdır. Bu dava Gazze’de, Batı Şeria bölgesinde, 48 toprakları denilen Kudüs ve çevresindeki Filistinlileri olduğu kadar, yine de zorbalıklarla tarihin değişik dönemlerinde topraklarından göç ettirilen ve dünyanın değişik alanlarına dağılmışlarını da kapsamaktadır. 7 Ekim’de Filistinlilerin ‘Tufan El-Aksa’ adıyla başlattıkları askeri kalkış, tamamıyla ‘yok edilmeye’ karşı bir ‘var oluş’ isyanıdır. Gasp edilmiş tarihsel haklarını elde etmenin isyanıdır. 75 yıllık ‘Siyonist devlet’ terörüne karşı Filistin halkını korumanın nefs-i müdafaasıdır. 

 

 7 Ekim’deki Tufan El-Aksa girişimini Hamas başlattı. ‘Siyasi islam’ etiketli Hamas’ı  -beğenelim ya da beğenmeyelim-  tüm Filistin halkı adına yaptığı bu dillere destan kahramanlık, tarihsel bir davanın çok önemli bir kilometre taşını oluşturmaktadır. Onun için ABD, İsrail ve paralellerinde batılı ülkelerce sinsi politik ve diplomatik oyunlarla ‘yok edilmek’ istenen Filistinlilere ‘Devlet Hakkı’ düşünü Gazze savaşı devam ederken dillendirilmeye başlandı. Bu gasp edilmiş bir haktı. Yirmi bini aşan şehit, seksen bine dayanan yaralı ve bir milyonu aşan göçmen insanın oluşturduğu, Siyonist-faşist İsrail’in kestiği su, elektrik, ilaç ve gıdanın Gazze’ye girişine yasak, hastane ve ibadet merkezlerinin yerle bir olduğu, konutların yüzde yetmişinin yıkıldığı, açlık ve sefaletin dip noktada olduğu bir “Gazze Tablosu” ortamında ancak dile getirilmeye başlandı bu hak. 

 

Elbette ki Filistinlilerin hakkı, başta Hamas ve beraberinde direniş ekseninde tüm Filistinli örgütlerin ‘Siyonist terör devleti İsrail’e’ karşı yiğit ve şanlı kahramanlıklarının, başarılı direnişlerinin ortamında dile getiriliyor. Bu hak bir lütuf değil, koparılarak elde ediliyor. Tabi ki düşman tarafından kerhen konuşulmaya başlanan ‘hak’, Filistinlilerce sürdürülen direnişi ‘yumuşatmak’ için bir oyun da olabilir. Çünkü, ABD ve İsrail ortaklaşarak 75 yıldır Ortadoğu ve Filistin için Birleşmiş Milletlerce alınmış 60’ın üzerindeki uluslararası kararları takmamış, yerine getirmemiştir. Şimdi de hem baskılarını toplu imha noktasında sürdürürlerken siyasi ve diplomasi entrikalarını terk etmemektedirler.  

 

 Henüz somut bir şey yok. Ama ABD, İsrail kadar bu savaşın içinde tüm siyasi ve askeri imkanlarını kullanarak ‘kazanan taraf ‘ olma arzusu içinde.  Sivil katliamı üzerinden sözüm ona ‘zafer’ kazanmayı beklemektedirler. Bu ikili bir ‘bütündür’. Bitirilmiş bir savaşın sonucu İsrail için ‘hedeflerini gerçekleştirememiş’ demek, bozgun-hüsran demektir. Yani yenilgidir. Aynı sonuç ABD için daha vahimdir. Bu durum İsrail’in Ortadoğu coğrafyasında genişlemesinin önünde sınır taşı oluştururken, aynı zamanda bölgede siyasetinden kaynaklı ‘hazmedilmeyen yabancı’ olgusu, 75 yıldır bölge halklarına çektirdiklerini yaşamış ve halen yaşamakta olan kuşakların torunları ve torunlarının torunlarınca ‘nötrleştirmenin’ geri sayımını oluşturur. Bu çok ciddi bir iddiadır. Ama, bir kaç yıldan beri Filistin davasının inançlı destekçisi Şii halkı tarafından ‘ABD’ye ve İsrail’e ölüm’ şiarları boştan üretilmemişti. Boş yere de atılmıyordu. Bu kesimler Ortadoğu’da büyük yoğunluktadır. Zamanın evrimi direnişçilerin direniş çizgisinde örgütlenmesi ve güç birliklerini yoğunlaştırması yönündedir. Bunu ABD görüyor ve yaşıyor.  

 

Onun için ABD, savaşı ‘kaybetme’ olasılığı karşısında savaşı durdurmamak için tüm imkanlarını kullanıyor. Birleşmiş Milletler’de tüm dünya devletlerine karşı ‘Veto’sunu’ kullandı. İsrail’e 2000 askerini verdi. Askeri tersanesini İsrail’in ihtiyaçlarına açtı. Çünkü İsrail’in yenilgisi demek, ABD’nin yenilgisi olacaktır. ABD’nin yenilgisi ise, bölgede ikinci dünya savaşından bugüne kadar lehine kurduğu siyasi, askeri ve iktisadi dengelerin tümüyle sarsılması demektir. Sarsıntıları iki binli yılların başlamasıyla birlikte yaşamaktadır zaten. Afganistan’da dayanamadı, çekildi. ‘Arap Baharı’ adı altında Kuzey Afrika ve Doğu Akdeniz ülkelerini ‘terör havzasına’ çevirdi. Tunus, Libya ve Mısır istenilen kıvamda ABD’nin dümeninde olamadı. Suriye, Yemen dimdik ayakta ve bilenmiş olarak kaldı. Haliç ülkeleri yavaş yavaş saman altından sürünerek Rusya ve Çin ile güçlü siyasi ve ekonomik ilişkilere girdi. Bunların hepsi ABD’nin bölgede ve dünyada yıpranmışlığı ardından oldu. Hatırlayalım ki, Ukrayna’da NATO ve tüm Batı’yla birlikte ABD, Rusya’ya karşı savaşı  -sonlanmamasına rağmen-  kazanamadı, Rusya’nın kısmi olarak hedeflerine ulaşmasını engelleyemedi. Bu tablo başlı başına bir siyasi ve askeri erozyondur onun için. 

 

Bu genel tablonun vahametinden dolayı ABD, bir hamle daha yaptı. O da, Gazze’deki savaşı Kızıldeniz’e taşımak oldu.  Bu hamle, beli kırılmışın sendeleyerek ayağa kalkma çabasına benziyor.  

 

Kızıldeniz’de Ensarullah Hareketi (Husiler)’in önderliğindeki Yemen, ‘direniş ekseni’ içinde aktif rol alarak Filistinlilerin safında İsrail’e karşı savaşa resmen girdiğinin ilanını yaparak İsrail’e dönük uzaktan da olsa eylemlere başladı. Uzak mesafeden balistik roketlerle saldırdı, insansız saldırı uçaklarını gönderdi. Ama en önemli girişimi, Babulmendep’ten ve Kızıldeniz üzerinden İsrail limanlarına yön almış ticari ve askeri gemilerin önünü kesmek oldu. İsrail ve İsraillilere ait olan tüm gemiler yükleri ne olursa olsun hedef alınmaya başlandı. Ayrıca İsrail’e mal ve silah taşıyan yabancı gemiler kime ait olursa olsun hedef seçilmeye başlandı. Yemenliler hedeflerini şöyle sıraladılar : “Kızıldeniz üzerindeki eylemlerimiz; a) İsrail’in Gazze’ye saldırıları durdurulunca, b) Gazze’ye konan abluka kaldırılarak Filistin halkına gıda, akaryakıt ve ilacın girişi sağlanınca, c) Kesilen su ve elektrik iade edilinceye kadar devam edecek”. Ayrıca Yemenliler, iki yönlü olarak Kızıldeniz üzerinden dünyanın her alanına yapılan işlenmiş mal ya da hammadde akışına hiç bir engel oluşturmayacağını ilan etti. 

 

Yemen’in tavrı ABD için tarihi bir fırsat oldu. Geçmişte ‘deniz korsancılığı’ bahanesiyle aynı bölgede birkaç ülkenin katılımıyla bir deniz gücü oluşturulmuştu. Batılı birkaç ülkeyle birlikte bölge ülkeleri de vardı bu ittifakta. Hatta Mısır’a Süveyş kanalındaki çıkarları için belirgin bir ‘yönetsel rol’ verilmişti. Gazze savaşı ortamında ise, ne Avrupalıların ne de Ortadoğulu ülkelerin Yemen tavrı yüzünden zarar görme durumları olmaktadır. Tek zararlı varsa o da İsrail ve ABD’dir. ABD, 20 dolayında ülke üzerinde etki gücünü kullanarak Kızıldeniz’de çalışacak bir ‘askeri deniz gücü’ oluşturan ittifak gerçekleştirdi. Ancak bu ittifak gücü içinde yer alanlardan ABD hariç, hiçbir batılı ülke ya da Ortadoğulu ülke, Yemenlilerle ABD ve İsrail hatırına ulusal çıkarlarını feda etmeye hazır değildir. Ukrayna’daki savaş batılı ülkelerin ekonomisini sarsmış, sosyal-siyasal yapısını da zedelemişti. Bu, sırf ABD’nin ardında sürünmenin faturasıdır! 

 

Bu faturayı kimse gönüllü olarak yükümlenmek istemiyor. Bu yüzden Batılılardan İspanya, İtalya ve Fransa gibi etkin ülkeler Kızıldeniz’deki güç içinde ‘aktif katılımcı’ olmayacaklar. ABD dostu Ortadoğulu Arap ülkeleri de ‘kaçamak tavırda’dır. Zira ABD’nin ve İsrail’in senaryosu olan 2015’te başlayan Yemen-Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirliği savaşının ateşi sönmeden, henüz siyasi bir sonuca ulaştırılamamışken, ‘Siyonizm’e yardım’ içerik taşıyacak Yemen’e karşı olmayı hiç bir Arap ülkesi istememektedir. Zaten söz konusu ülkelerin yönetimleri yeteri kadar kendi kamuoyu baskısı altındadırlar. Ortadoğu’da kamuoyu baskıları gibi batılı ülkelerde de kamuoyu baskıları dalga dalga büyüyor. Onun için tüm ülkeler, karmaşıklaşan, ağırlaşan dünya sorunları içinden öncelikli olarak rejimlerin, iktidarların ideolojik yapısı bir tarafta tutulmakta, ulusal çıkarlar derekesinde eğilimleri taşır oldular. Dolayısıyla Kızıldeniz’deki ‘ölü doğan’ bir güç durumundadır. Bu güçte ısrar ve maceracı tavırlarla çözüm aramak ise bir olasılık. Bu zayıf bir olasılıktır. Çünkü, Gazze savaşını kat kat geçecek hortlatmalara yol açma riski vardır ki, bunu hiç kimse arzu etmemektedir. 

Paylaş:

Yorumlar (0)

Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu siz yapın!