YUH ARTIK! (Mihrac Ural)
Başlığın böylesine abartılı olması, akılsızlığın artık hüküm sürdüğü bir ülkede çok normaldir. Merdan Yanardağ’ı “casus” olmakla suçlamak, aptallığın ve deliliğin en doruk noktasında bulunmak demektir. Türkiye basın ortamında en öncü, en bilinçli ve en hamarat çalışan bu insanı susturmak üzere açmadıkları hiçbir dava kalmamıştır. Kürt taraflısı olmak, Başkan Öcalan’ı övmek, “Öcalan akıllı bir insan, bilgili ve ileriyi iyi tespit eden biridir” demek gibi her insanın dile getirebileceği sözlerden dolayı suçlamalar yaparak mahkum kılmaya çalıştılar; 100 gün boyunca zindana attılar. Bununla kalmadılar, yakın dönemde basit bir yazım hatası dolayısıyla da sorguya çektiler. Merdan Yanardağ’ın, sahtekar Aleviler tarafından eleştirilmesini, yalan yanlış söylemlerle onu karalamak istediklerini ancak dik duran direnişçi çizgisiyle bu tür yalancıları dize getirdiğini de biliyoruz. Sahtekâr Aleviler, işledikleri hatadan kurtulmak üzere çok takla attılar ama Alevi dostu olan Merdan Yanardağ, doğru bildiğinin arkasında durarak bunları çöplüğe atmıştır.

Geriye ne kaldı, belli değil; derken aniden “casus” olduğu yalanıyla sorguya çektiler. Bugün bu sorgunun ne kadar süreceği ve başka nelerle suçlanacağı belli değildir.
Merdan Yanardağ onurlu bir gazetecidir. Sözünün eri, yanlışa yanlış diyen ve doğruyu sonuna kadar savunan bir kişidir. Merdan Yanardağ ile bir kez konuşmuşluğum oldu. Onun nasıl dürüst bir mücadele adamı olduğunu orada da dile getirdim. Benim bir mektubum üzerine, “18 Dakika” adlı programında, Emre Kongar’ın teröristleri anlatırken benim adımı da geçirmesi üzerine “Ben Mihrac Ural’ı, Fatih Portakal’a gönderdiği mektuptan tanırım. Olayları akılla yorumlayan, bilgili ve felsefi algıları olan biridir. Sizin dile getirdiğiniz türden biri değildir.” diyerek haklı müdahalede bulunmuştu. Emre Kongar kitaplarıyla büyüdüm; okumalarımın önemli kısmı onun yazmalarından oluşmaktadır. Yanlış yorumları nedeniyle Merdan Yanardağ tarafından uyarılması benim için yeterliydi.
Merdan Yanardağ, anti-emperyalist devrimci bir insandır. Hayatı boyunca bu çizgide kalmış, Filistin davasını sonuna kadar savunmuş bir gazetecidir. Hayatı boyunca dürüstçe çalıştığı medya alanında genç kuşaklara öğretmenlik yapmaktadır. Çin’e gittiğinde Uygurların meselesini öyle yalın ortaya koydu ki, bizlerin Suriye’de hayatımızı zora sokan teröristlerden en önemlisi olan Uygurlar’ı iyice kavramamıza yardım etmişti. Hala hatıramızdadır; sıraladığı gerçekler:
- Uygurların ana dilleriyle okuyup yazdıkları gerçeği, bu teröristlerin anlattığının aksine serbesttir. Anadille ilgili gazete basıldığını ve tüm tabelaların da anadille yazılı olduğunu gördük.
- Din derslerinin serbest olduğunu, bu nedenle de Arapça harfleri kullandıklarını ve bunun da serbest olduğunu gördük.
- Zorla çalıştırma: Ülke otomasyona öylesine girmişti ki, çalıştırma diye bir sorunları bile yoktur; bunun da yalan olduğunu gördük.
- Toplama kamplarının hiç olmadığını, bunun da kocaman bir yalan olduğunu gördük. https://youtube.com/watch?v=epNHX-s7rTY&si=wNzPqev5oX8ucY9B
Merdan Yanardağ, terörist Uygurların yalan söylediğini, Çin’e hakaret etmek ve kaçış nedeni oluşturmak için propaganda yaptıklarını, bu konuda Erdoğan yönetiminin nasıl da yalan ürettiğini gösterdi. Merdan Yanardağ, gerçeklerin peşindedir; hatalı bir yaklaşımı da yoktur.

Merdan Yanardağ, doğru bildiği her şeyi açıkça dile getiren bir yaklaşım sahibidir. “Casus” olmak, Merdan Yanardağ için ülkeyi kanunsuz, hukuksuz ve işlevsiz kalan insanların akıl dışı sapkınlıklarıdır. Kendi ayıpları olan casusluğu başkasına yapıştırmak, yürürlükte olan ve hiçbir sonuç getirmeyecek olan yalan dolan suçlamaları, gün doldurmak için savuruyorlar. Bunun için Hüseyin Gün adlı Fetöcü bir unsurun anlamsız ilişkilerine dayanıyorlar. Konu, Hüseyin Gül’ün üvey oğlu tarafından polise ihbar yaparak babasının “İngiliz, Amerikan ve İsrail’e casusluk yaptığı” iddiası üzerine açılan tahkikattır. Bu tahkikat, belge diye ele geçirilen, hiçbir biçimde ne Ekrem İmamoğlu ne de Merdan Yanardağ ile ilgilidir. Normalde gazetecilerle sıklıkla yazışmalar olur. Hüseyin Gül de sağa sola yazılar yazmıştır ama cevap almamıştır. Cevap yazmaya değer biri değildir. Yazılan yazılar, Ekrem İmamoğlu’nun İstanbul Belediye Başkanlığını kazandığı seçimlerle ilgili önerileri gibi yazılardır. Bu boş yazılar ciddiye alınmamış, hatta okunmamıştır. Bu saçma yaklaşımlarla Merdan Yanardağ’ı suçlamaya kalkışmak, memleketimizin ne hallere düştüğünü gösterir. Adaleti bu saçmalıklarla uğraştırmak, adaletin çöktüğünü göstermekten başka bir anlam taşımamaktadır.
Merdan Yanardağ, bu sahte davalarla ilgili olarak şunları söyledi: “Bu 5. sınıf bir kumpas. Hayatım boyunca Filistin halkı ile dayanışma içinde oldum. İsrail ile ticareti sürdürenler, Siyonist rejime karşı mücadele eden bize operasyon yapıyor. 2019 seçimine müdahale etme gibi bir durumum asla söz konusu olmadı. O seçim döneminde yalnızca gazetecilik yaptık, konuklar aldık. Hayatım boyunca hiç kimseyle gazetecilik faaliyeti dışında bir ilişkide bulunmadım. Bu, bana ve Tele1’e yönelik kötü kurgulanmış 5. sınıf bir kumpas.”
Kendini yeterince tanıtan bu söz yeterli olur sanırım. İsrail’e karşı söylediği, hatta daha önce de Deniz Gezmiş ve arkadaşlarıyla ilgili olarak “Biz Filistin davasında şehitler bile verdik. Bizi kimse bu konuda suçlayamaz.” diyerek Denizlerin taşıdığı hüviyeti göstermişti. Onun bu mücadele süresinde nasıl yer aldığını devrimci tutarlılığın ölçüsü olarak nerede mücadele ettiğini herkes biliyor. Bu sahtekârlar, adaleti de kendi çıkarları açısından oyalama olarak ele aldıklarını gösteriyor.
Merdan Yanardağ, bu zulüm politikalarına karşı direniyor. Bizler de onun yanındayız; haklı mücadelesinin yanında olduğumuzu beyan ederim. Ülkemizin ender yetişen, medya ahlakını sonuna kadar koruyan bu yiğit insan yalnız değildir. Doğru bilgiyi en açık tanımlamalarıyla dile getiren, son zamanlarda Kürt sorununu ciddi şekilde ele alarak dile getiren, ülkedeki Arapları da hesaba katarak doğru şekilde tanımlayıp savunan bu insanın yanında olmak, ülkenin bütün sorunlarının yanında olmak demektir. Sahtekarların oyunbazlığından kaynaklanan davalar, Merdan Yanardağ’ı asla yıpratmayacak; onun ilkeli yaklaşımlarını bu konuda da göstererek zaferle çıkacaktır.
Ben yazımı tamamladıktan sonra müthiş gelişmeler yaşandı. Bunlardan biri TELE1’e el konulduğu ve kayyum atandığı, diğeri, Necati Özkan’ın zindandan haykıran tepkisidir. Bu hunharca yapılan atılımda, TELE1’in kayyum atanmasıyla beraber yayınların kesilmesi ve penguen yayınına geçilmesi oldu. Ardından sıradan haberler yayına başladı. Kimsenin ilgisini çekmeyen bu türden sıradan haberler, izleyiciler tarafından şiddetli tepkilerle karşılandı. Tele!’in, Merdan Yanardağ’ın oğlu Tolga Yenerdağ’a ait olması bile bu haydutluğa engel olamadı. Buradan da anlaşılıyor ki bu suçlama siyasidir; amaç muhalefeti sindirmek, ezmek ve tasfiye etmektir. Muhalif kanallar arasında öncü olan TELE1 televizyonunun, bu tür yalanlarla önüne geçilmesi, muhalefete Türkiye tarihinin en acımasız saldırısı anlamına geliyor. Bu konuda tüm devrimci, demokrat güçler bu haksız girişime karşı direnmeye kalkmalıdır. Her türden muhalif etkinliği tasfiye etmeye kalkan Erdoğan iktidarı karşısında bir direniş gücü oluşturmak gerekiyor.
Necati Özkan, zindandan yayınladığı yazısında, “42 yıllık iş hayatımda titizlikle inşa ettiğim kişisel itibarımın ve lekesiz, onurlu adımın ‘casuslukla’ ilgili bir suçlamayla kirletilmek istenmesi hiçbir surette kabul edilemez… Zorlama bir yorumla bana izafe edilen yazışmaların hiçbiri bana ait değildir. Hayatımın hiçbir döneminde ne böyle bir uygulama kullandım ne de iddia edilen kişiyle yazışma yaptım.” diyerek protestosunu dile getiriyor. Seçimler boyunca Ekrem İmamoğlu’nun danışmanı olması nedeniyle de Ekrem İmamoğlu’nun suçlanması aynı davada haksız ve görgüsüzce itham edilmesi gündeme gelmiştir.
Merdan Yanardağ kayyum atanmasına ilişkin gönderdiği yazıda “bunun, basın özgürlüğüne ağır darbe” olduğuna dikkat çekmiş. “Hedeflerinin TELE1’i ve kendisini susturmak” olduğunu belirtmiş ve ülkenin bir “totaliter rejime doğru sürüklendiğini” ifade etmiş. “Türkiye’yi, halkı susturmak, tarihin akışını değiştirmek mümkün değildir” diyerek muhalif medya ve bağımsız görüşlerin susturulmasına karşı duruşunu vurgulamış. Ayrıca “Bu bir zorbalıktır. Basın ve ifade özgürlüğünü ortadan kaldırmaktır. Bağımsız medyaya ve muhalif görüşlere tahammülsüzlüktür” diye vurgu yapmıştır. Yanardağ, “Ben iyiyim. Bu halkın bizi yalnız bırakmayacağına inanıyorum” diyerek dayanışma çağrısı yapmış.
Evveli ahiri yalanlarla organize edilen “casusluk” suçlaması, ülke hukukunun nasıl çiğnendiğini gösteren önemli bir durumdur. Buradan hareketle CHP ve tüm çevresi, DEM Partisi ve tüm çevresi ile tüm demokrat güçlerin mahkum edilmeye başlanması birer oyun olduğunu görmekteyiz. Bu vahşi ve onursuz saldırılara karşı direnmek gereklidir. Başka bir yolla haklarımızı almak mümkün değildir. Tek başına kurtuluş da çözüm değildir. Birleşmemiz gerekiyor; insanlık karşıtı bir diktatörlük hüküm sürerken hepimizin direniş bayrağı altında toplanmamız gereklidir. Erdoğan faşist diktatörlüğü, halkların birleşik direnişiyle yıkılabilir; bunu bir an önce gerçekleştirmek gereklidir.
Yorumlar (0)
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.
Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu siz yapın!
