SURİYE’DE ÇARPIŞAN GÜÇLER (Mihrac Ural)
Suriye’de çarpışan güçler, Suriye halkının çıkarlarını savunmamakta tam tersine bu halkın acılar içinde kıvranmasına yol açmaktadırlar. Her kesim kendi çıkarları için Suriye’yi yıkmaya çalışmaktadır. Bu güçler Türkiye, Suudi Arabistan ve İsrail (ABD-İngiltere-Fransa) olarak belirmektedir. Bu güçler ortak çıkarları ve birbiriyle yakın ilişkilerine rağmen, Suriye’yi paramparça ederek yaşanmaz hale getirmektedir.
Türkiye’nin İhaneti
Türkiye, olaylar başladığında ‘dost ülke’ olarak alması gereken tutum yerine, düşmanlık temelinde her türden baskı ve şiddeti içeren ilişkiler geliştirdi. 2011 Mart ayından itibaren düşmanlığını ön planda tutarak dünyanın dört bir köşesinden gelen teröristlere yataklık yapmış ve sınırlarını geçişe açık hale getirmiştir. Bu öylesine aşağılık bir davranış haline geldi ki, Esad rejiminin yıkılmasına ve yerine kendi beslediği terör şebekelerinin iktidarı almasına kadar sürdü. Birçok alanda beslediği, aylıklarını ödediği, her türden ikmalini yaptığı terör şebekelerini Suriye’nin her alanına sokuşturdu. Bu girişimler, Türkiye’nin Suriye üzerinde kurduğu tasallutu ifade etti.

İktidar değişince Türkiye dört bir yandan Suriye’ye hükümdar olmaya başladı. Şam, Humus, Hama, İdlip ve Halep… her bir şehirde kendine bağlı terör şebekeleriyle egemenlik kurdu. Şam’da iktidarını sağlama bağlamak üzere MİT vasıtasıyla adam kaçırma, fidye isteme, öldürme, gayri menkul mülk ele geçirme, eski subayların evleri ve işyerlerini gasp etme, vb. gayrı meşru işler dahil her yandan egemen olma yollarını denemeye başladı. Şehr-i Şam’da yürüyen bu girişimler diğer tüm illerde de aynıyla gündeme koyuldu. İktidarın ele geçirildiği ilk saatlerde başlayan bu hunhar girişimler, hızla sahil bölgesine de uzanmaya başladı. Her ilde aynıyla devam eden adam öldürme, kadın ve çocuk kaçırma, iktidarı ele geçirdikten hemen sonra günler geçmeden sayıları binleri geçen adam kaçırıp öldürme olayları doğrudan devlet denilen teşkilatın adamlarınca gündeme gelmeye başladı. Erdoğan Türkiye’si, MİT talimatıyla katliamlara başladı. Lazkiye, Tartus, Humus, Hama’da Alevi kıyımı gündeme geldi. Bu kıyım Alevi tarihinin en büyük kıyımlarından biridir. Kimi kaynaklara göre 50.000 (elli bin), kimi kaynaklara göre 22.000 ama neticede on binlerle ifade edilen sayıda kişinin katledildiği bu kıyım Türkiye desteğiyle yapıldı. 6 ile10 Mart 2025 tarihlerinde en yoğun şekilde hayata geçirilen bu kıyım, yoğunluğu azalmış olsa da bugüne kadar aralıksız devam etti ve hala günübirlik zulüm, kaçırma ve öldürme eylemleriyle sürmektedir.
Suriye’deki Katliamlar ve Türkiye’nin Rolü
Türkiye, Suriye’de çok boyutlu egemenlik için çırpınıyor. Ama bu güce ne ekonomik olarak hazır ne de potansiyel olarak böylesi bir güce sahiptir. Eli altındaki terörist grupların ciddi bir idare kurma, devlet kurma imkanı yoktur. Sokak serserileri olarak öldürme, kaçırma, gasp etme, vb. işler için kullanışlı olsalar da bir devlet iradesi ortaya koyma, kurum ve kuruluşlarıyla bir devlet yönetme imkanları yoktur. Hala bir kurumsal sistemin kurulmadığı, kaçırılan veya öldürülen kimseler için bile normal bir arama tarama işleminin yapılmadığı bilinmektedir. ‘Komşuyu paylaşmak’ güç ister, imkan ister. Bunların hiçbiri Türkiye’nin elinde yoktur. Şimdilerde sahil bölgesini kontrol altına almak için 107. Tugay’a kendi terör şebekelerini yerleştirme çabası içindedir. Bu çabalar Ruslar ve İsrail tarafından gözlenmekte, bombalanarak yerle bir edilmektedir. Defalarca uyarılan Türkiye, aynı aymazlık ve hakir davranışla sahil bölgesini yeniden kıyıma maruz bırakma uğraşı içindedir.

Alevi katliamı derin izler bıraktı. Aleviler hala bu facianın etkisi altında ve kendilerini güvence altına alacak yol arayışlarına konsantre halleriyle zaman kollamaktadırlar. Türkiye, MİT’in çabalarıyla her gün yeni rezilliklere sürüklenmektedir. 22 Haziran 2025 tarihinde, bu sahtekar devletin mensubu, Türkiye MİT’inin beslemesi bir militan, Şam’da Mar İlyas Kilisesi’nde intihar eylemi yaptı; 25 kişi öldü, 63 kişi yaralandı. Hıristiyan çevrelerde olduğu kadar Suriye’de herkes derin bir acı ile sarsıldı. Büyük yankı uyandıran bu kirli eylem üzerine kilise başkanı Patrik tepkisini anlatan bir konuşma yaptı. Bu konuşmada, Hıristiyanların “bu bölgede en eski millet olduğunu, onlara yönelen bu kirli eylemle hiçbir yere varılamayacağını” ifade etti. Colani’nin bu eylemle ilgili olarak baş sağlığı mesajında bile ayrımcı tutum sergilemesi Colani yönetiminin katliamcı iğrenç yüzünü bir kez daha sergiledi. Bu acı olay sıcaklığını korurken Dürzilere yönelik kıyım başladı. Bu kıyım da Türkiye ve MİT tarafından organize edilen bir eylemdi. Bu büyük kıyıma girmeden önce Dürzilere karşı, Şam’ın büyük mahallelerinde, Jaramana ve Sıhnaya’da yapılan kıyımlar yüzlerce Dürzi’nin ölümüyle sonuçlandı. Bu bölgeler hala kaynayan birer yara olarak direnmeye devam etmektedirler.
16 Temmuz 2025 tarihi itibariyle Dürzilere yönelik eylemler başladı. Bu kez Erdoğan Türkiye’si, MİT çabalarıyla aşiretleri toplayarak Dürzilerin üzerine saldı. Verilen talimat; “bu din düşmanı Dürzileri yıkın, yakın, evlerine mülklerine saldırın, kadınlarını ‘sefaya’ (rahatlama aracı- ganimet) diye alın, ellerindeki altınlar, telefonlar, ev eşyaları, çamaşır makineleri, buzdolapları size helaldir, gidin savaşarak bu malı ve mülkü kazanın, bunlar savaş ganimeti gereği sizlere meşru kılınmıştır, Süveyda’nın yolu Kudüs’ün yoldur” denilerek saldırıya geçirildiler. Bu sözlere inanan aşiret ağalarından kimisi bu aldatıcı sözlere kanarak yola çıktılar. Dürziler hazırlıklıydılar. Ayrıca bu savaşta kimin kimden yana olduğu önemli değil. Önemli olan alınacak sonuçtur. İsrail, bu savaşta Dürzilerden yana tavır aldı. Aşiretleri bombaladı, Şam şehrini ve Genel Kurmay Başkanlığı’nın merkezini bombaladı. Bu eylem, savaşın kaderi üzerinde etkiliydi. Şam şehri, bu eylemle birlikte tüm kurumlar, tüm resmî yapılar boşaltılarak İdlip, Humus ve Halep şehrine kaçıştı. MİT, konakladığı otelden apar topar kaçmak zorunda kaldı. Savaşma kabiliyeti olmayan, Azerbaycan toplantısı görüşmelerini katliama icazet olarak yorumlayan Colani, Dürzilere karşı imha harekatına girişmiş oldu. Bu saldırı sonrası bu çetelerin ne kendi ‘devletleri’ ne de Türkiye diye bir devletin gelip kurtaracağı bir sonuç elde etmesi mümkün olmadı. Bu savaşın mağlubu tam anlamıyla Erdoğan Türkiye’si ve MİT’i oldu. Bu savaşın sonucunda Süveyda kenti ve Kunaytra, Dera bölgeleri İsrail için kırmızı çizgi haline geldi. Bu üç il federasyon olarak kendini yeni baştan düzenlemeye koydu. Türkiye’nin Suriye üzerine geliştirdiği planlar çöktü. Rojava gibi Süveyda da kendi iç işlerinde bağımsız bir yapı oluşturmaya yöneldi. Ama istikrar kurulmadı, aşiretler yeniden kışkırtıldı, savaş yine gündemde, çarpışmalar yine sürüyor ama alınan özerklik kararı sağlam ayaklar üzerine oturan bir karardı. Gelecek günler bu gerçeği daha belirgin olarak gösterecektir.
Erdoğan’ın, hezimete uğramış olan Colani için “Şara son olaylarda dik durmuştur, onu sonuna kadar destekleyeceğiz” diyerek yaptığı cilalama, kendi çabalarının boşuna gitmediğini anlatma hezeyanı taşımaktadır. Oysa bu savaşın sonucunda Dürziler kazanan taraftı. Aşiretler aldatıldılar, bunu geç de olsa anladılar. Aşiretlerin Erdoğan ve Colani’ye karşı tepkileri ağır oldu. Boşuna kışkırtıldıklarını anladılar. Önümüzdeki süreçte bunun sonuçlarını çok daha iyi göreceğiz.
Türkiye’nin Rojava Hazımsızlığı

Türkiye, Suriye’nin kuzey doğu bölgesinde yıllardır oluşturulan Rojava özerk bölgesine kafayı takmış durumdadır. Öyle sıradan bir durum değil; varlık yokluk meselesi haline getirmiştir. Başkan Öcalan’ın giriştiği barış çağrısında yeri olmayan bu bölgeye silah bıraktırmak için elinden gelen her türden baskıyı yapmaya çalışmaktadır. Thomas Barrack da haddine düşmeyen müdahalelerle Rojava’ya, bu sürecin bir parçası olmayı dayatmaktadır. “Tek bayrak, tek devlet, tek millet, tek ordu” sloganını dayatan bu müdahale öyle baskıcı bir hal aldı ki, Mazlum Abdi, bu anlamsız slogana görünürde ayak uydurmaya çalışmaktadır. Türkiye, tehditlerini Rojava’ya karşı savaş ilan edecek hale getirmiştir. Son günlerde aşiretleri kışkırtıp mevzi savaşını başlatmıştır. Türkiye’nin taktiği gereği yerli terör öbeklerini kışkırtarak, savaştırmaya çalışır. Bu savaşta terör grupları başarısızlık yaşarsa onlara ek olarak kendi ordusuyla savaşa girişir. Rojava bu tehlikeyle karşı karşıyadır. Türkiye devleti, Erdoğan ve MİT Kürtlerin düşmanıdır. Ama Kürtler sağlıklı askeri yapılarıyla bu beladan başarıyla çıkacaktır. Erdoğan Türkiye’si, MİT’iyle beraber hezimete uğrayacaktır.
Sermayesiyle Suudi Arabistan, Askeri Gücüyle İsrail Suriye’de
Mazlum Abdi’nin, bu çıkmazlar içinde “Suudi Arabistan gelişmelere bağlı olarak tutum alsın, bunu istiyoruz” diyerek oluşturduğu çerçeve, Suudi Arabistan’ın Suriye üzerinde nasıl bir pay sahibi olacağına da önemli bir işarettir.
Türkiye, Suriye’nin dört bir yanını sarmış durumdadır. Osmanlı eğilimleri, attığı her adımda kendini gösteriyor. “Bu topraklar ata yadigarı topraklardır, alma hakkımız vardır” diye kendini aldatan söylemlerle yürümektedir. Ancak bu sarmal durum, bu Osmanlılık iflasla eşittir. Türkiye’nin terör gruplarıyla başarılı sonuçlar alması mümkün olmayacaktır. Komşu ülkeye müdahil olmak, onu parçalamak, toprak bütünlüğü adı altında sömürmek ne dostluk ne de ortaklık hukuku içinde değerlendirilebilir. Türkiye kaldıramayacağı ölçekte büyük bir alanda komşumuzu helak etmeye çalışmaktadır. Osmanlılık hülyasının, tarihin gerisinde kaldığının farkında değildir. Kürt sorunu konusunda ülkede attığı adımlar sonuç getirmemişken, her an bozulma, MİT kararlarıyla boşa çıkarılma riski taşıyan bu adımlar Türkiye’nin Suriye’de hezimetinden başka hiçbir sonuç getirmeyecektir. Kaldı ki, bu sahada Suudi Arabistan ve İsrail’in, tüm imkanlarıyla etkinlik göstererek yaptığı çalışmalar, Türkiye açısından büyük başarısızlığı getirecektir. İsrail, Türkiye’yi tehdit ederek, Suriye’de alan genişletme, mevzi kazanma, üs kurma girişimlerine yasak koymuşken hiçbir şey yapamayacaktır. Türkiye’nin giriştiği iflas eden MİT önermelerinin arkasında Katar’ın yer aldığını açıklamak gereklidir. Katar, Türkiye’nin mali destekçisidir. Katar, terör şebekelerinin her türden parasal gereksinimlerini, mali ihtiyaçlarını ödemektedir. Katar’ın Suriye düşmanlığı çok eskiye dayanır. Katar’ın Suriye düşmanlığı Avrupa’ya döşenecek olan gaz hattının Ruslar ile Katar arasındaki çekişmesine dayanmaktadır. Eski Suriye yönetiminin, bu gaz hattı konusunda Rusya’dan yana tavır belirlemesi nedeniyle Katar’ın Suriye düşmanlığı bir üst boyut kazandı. Ogün bu gündür, Katar Suriye düşmanıdır ve bu düşmanlık neyi gerektiriyorsa onu yapmaktadır.

Suriye’yi paylaşılacak bir pazar olarak gören Suudi Arabistan, savaşla, askerle ilgilenmeden 6.4 milyar dolarlık 44 anlaşmaya imza attı. 50.000 kişiye iş imkanı sağlayacak bu atılım 150.000 kişinin gelir elde etmesini sağlayacaktır. “Türkiye ve İran’dan uzakta” olmayı amaçlayan Suudi’ler, Türkiye’yi yakın markaja almış bulunmaktadır. Şimdilik savaşla ve alan kazanmakla ilgisiz gibi görünen Suudi çevresi, Suriye’nin zenginlik kaynaklarını nasıl sömüreceği konusunda çabalar içindedir. Anlaşma, özellikle enerji, turizm ve gayrimenkul geliştirme alanlarına odaklanıyor. Yatırımların, Suriye’nin altyapısının onarılmasına ve ekonominin canlandırılmasına büyük katkı sağlayacağı öngörülüyor. Bu gelişme, iki ülke arasında yıllar sonra başlayan normalleşme sürecinin en somut adımlarından biri olarak değerlendiriliyor.
Suudi iş adamları görkemli toplantılarla yüksek ihale rakamlarıyla Suriye’nin geleceğinde rol sahibi olmak istiyorlar. Şimdilik, Suriye’nin paylaşılmasında aktif yanı olmayan Suudi’ler, Türklerin giriştiği tüm askeri faaliyetlere karşı Colani’yi uyarıp önlem almaktadırlar. İsrail’in bu paylaşımda etkin olma çabalarını izlemekte ve Türkiye’nin yer kapmasına karşı duruş sergilemektedir. Colani’nin, Türklere karşı belli bir angajmanı olduğunu biliyorlar, Türkiye’nin Colani için sarf ettiği çabaları ve bu çabalara karşı Colani’nin bağımlı tavrı bellidir. Bu açıdan Suudiler pratikte hiçbir aktif elemanı olmasa da sonuçta ekonominin oynayacağı role inanıyorlar. Bu açıdan Suudi iş adamlarının ciddiyetten uzak bile olsa 6.4 milyarlık ihalelerin bağlandığına güveniyorlar. ABD Suudi’lere açık kart verdi. Suudi’lerden kopardığı trilyonluk yatırımlar bozulmasın diye, Suriye sahasını özellikle ekonomi alanında Suudi’lere bağışladı. Suudi’ler bu açık kartı iyi biliyor ve buna dayanıyorlar. Suriye bu süreçten çok zor çıkacaktır. Ama tüm zorluğuna rağmen bu çıkmazdan çıkınca güruhların tümüne hak ettikleri cevabı verecektir.
Suriye Artık İsrail’in Arka Bahçesi

İsrail; İngiltere, ABD ve Fransa üçlüsünün çıkarlarını gözeten, bu üçlü adına ve elbette kendi hedeflerinin önceliği için pratik saldırganlıkların yapılmasını ifade eder. Esad iktidardan düşer düşmez uçak sortileri de başladı. Suriye’de silah namına ne varsa, deniz hava ve karada bütün askeri varlıkları imha etti. Colani bu imhayı aynı soysuzluk ve sessizlikle izledi. Tarihte hiçbir devlet, hiçbir iktidar hava ve kara sahasını bu tarzda açmamıştır. Colani’ye sorduklarında “bunlar Esad’ın arta kalanlarıdır, bizimle ilgili değildir” diyerek kendi ayıbını örtmeye çalışmıştır. Colani, tam bir uşaktır. İsrail’in emirlerine uymak, taleplerini yerine getirmek onun şanı ve şerefidir! İsrail bu gerçeği çok iyi biliyor. Bu durum Suriye’yi İsrail’in arka bahçesi haline getiriyor. Suriye artık o eski bildiğimiz Suriye değildir. Suriye federasyonların ülkesi olmak zorundadır ve oraya doğru koşar adım ilerlemektedir. Colani’nin, “ortak düşmana sahibiz” demesi de boşuna değildir. İran ve Hizbullah güçleri İsrail’le ortak düşmandırlar. Bunu anlamak mümkün, zira bundan sonrası Colani’yi İsrail tasmasıyla yürüyen bir kukla olarak göreceğiz.
İsrail, Suriye hava sahasını ele geçirir geçirmez binlerce sorti yaptı. Özellikle Türkiye’nin girebileceği her köşeyi vurdu. Lazkiye – Tartus bölgesinde Türkiye’nin yapacağı her çabaya, atacağı her adıma karşılık İsrail, bombardımanlarla karşılık vererek Türkiye’yi sınırladı. İsrail, Suriye pazarında Türkleri görmek istemiyor.
İsrail’in, Dürzilerle ilgili tavrı elbette ki kendi sınır güvenliği açısından önem taşıyor. İsrail askeri sözcüsü Efihayf Edrugi’nin Kunaytra bölgesine, kimi söylentilere göre de Şam’a kadar gittiği belirtiliyor. İsrail için sınır çevresi büyük öneme sahiptir. Bunu göstermek için ne gerekiyorsa onu yapıyor. Ama İsrail bununla yetinmeyip Türkiye’nin mevzileneceği her alanı dikkatle takip ediyor ve vuruyor. Türkiye’nin böylesi bir düşmanlıkla baş edebilmesi çok zordur. İsrail’in vurduğu alanlarda ölü ve yaralı çoktur, Türkiye bunları gizliyor. Zira savaş nedeni olabilecek bu gerçekleri, İsrail ile savaştan kaçınmak için gizlemektedir.
Rusya, Sahil Bölgesi ve Federasyon Zorunluluğu
İsrail, sahil bölgesine ilişkin Ruslarla görüşmeler yapıyor. Bu görüşmeler oldukça sıkı ve gizlidir. Rusya hiçbir dostuna güven veren bir ülke değildir. Bu açıdan Alevilerin güvenebilecekleri ülkeler arasında yerleri yok gibidir. İki ana üssü olmasına rağmen, Alevilere geçit vermeme durumundadır. İsrail’in Suriye üzerinde hedeflediği pay hatları arasında sahil şeridinin aldığı açıktır ama bunun kiminle ve nasıl olacağı sorusunun cevabı bilinmiyor. Esad’la birlikte Suriye’den kaçan subaylar, astsubaylar ve askerler Ruslardan güvence alabilirler mi, sorusu hala cevapsız kalmaktadır. Aleviler böylesi bir güvenceyi isterler, hatta bu güvence ile ayağa kalkar, yeri göğü de ayağa kaldırabilirler. Ama buna rağmen Ruslardan bir işaret gelmiyor. İsrail’in, sınırlarından bu kadar uzakta kalan sahil şeridinde varlık gösterecek hali yoktur. Bu bölgelerde yaşayanların ve Alevilerin İsrail’le ilişkileri iyi değil, pozitif hiç değildir. Ancak Türkiye buralara sokulmaya kalkışırsa dengeler değişebilir. Çok olumsuz da olsa şimdiki riskler yarın için çok önemle pozitif olmaya başlar. Bu noktada Erdoğan’ın “İsrail tüm bölgeyi ateşe sürmek çabası içindedir” demesi, korkunun bir ifadesi olduğu kadar bu bölge insanının kararlarında değişiklik yaratabilecektir. Bölgemizi ateşe sürmek isteyen Erdoğan’dır, MİT’tir, Türkiye’dir. Bunlar ateşle oynuyor, ateşin tüm bölgeye dağılmasını istiyor. Kavgamız esasında bunlara karşıdır. Alevisi, Dürzisi, Kürdü, ılımlı İslamcıların tümü bu ateşle oynayan aptal Osmanlı’nın yakasına yapışmalıdır.
Osmanlıcı Erdoğan, Suudi ve İsrail’in bölgemizde tepişmesinin altında ezilen ve ayaklar altına alınan sadece sıradan vatandaş olmaktadır. Bu ülke artık olduğu gibi kalmayacak bir ülke. Bu ülke, federasyonların ülkesi olmaya mahkumdur. Ne tek bayrak ne de tek ordu ya da tek millet olarak değil, birbirine saygıyla bağlı eşit ve demokratik federasyonların birbirleriyle ilişkilerinden yola çıkarak kendini kurtarabilecektir.
Yorumlar (0)
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.
Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu siz yapın!
