ROJAVA YIKILMAYACAK (Mihrac Ural)
Rojava, oluşumundan bu yana çok ciddi sorunlarla karşı karşıya kaldı. İŞİD sürüleriyle çatışmadan tutun, devlet güçlerinin aşiretleri saldırtmasına kadar, oradan Türkiye azgınlığıyla param parça edilmek üzere sürekli işgal tehdidi altında kaldı. Bu süreç bugün de yeniden Şam şehrini ele geçiren zorbaların tehdidi altında ve öyle görünüyor ki ABD’nin desteğiyle, ittifak güçlerinin baskısı altında direnme savaşı verecek boyutta tehlike çemberi altına alınmış görünüyor.
SDG ile HTŞ yönetimi arasındaki İttifak metni, Alevilere karşı girişilen toplu imhanın ardından Şam’da 10 Mart’ta imzalandı. 6-7-8 Mart günleri Alevilere soykırım uygulandığı günlerdi. Alevi tarihinde kaydedilen en kanlı kıyımdı. Araştırmacılar 50 000 Alevinin katledildiğini söylerler. Bu rakamı çok bulanlar ise 22 000 olduğunu dile getirirler. Bu kıyım, tamamıyla Colani (Ahmet el Şara) ve MİT talimatıyla ve Türki güçlerin (Uygur, Çeçen, Türkistan, Özbekistan, Cezayir, Mısır ve diğer eli kanlı örgütler) eliyle yapıldı. Sonuçta böylesine vahşi kıyımın yaşandığı koşullarda Şam’da yapılan bu anlaşma, esasında Şam hükümetinin yükselen tepkileri azaltmak için, Mazlum Abdi’nin eline sarılacak kadar düşkünlük içinde idi. Bu, Kürtler için de bir fırsattı; bir yanıyla kendi hak kazanımını belgeliyor diğer yandan ise bu tür kıyımların olmasını engelleyecek bir önlem olarak görüyorlardı. Anlaşma metni, bir yıllık süre içinde federatif bir yapılanmayı reddetmeyen bir entegrasyonu getirecekti. Bunun detayları bu anlaşma metninde açıktı. Nitekim yapılan ön görüşmelerde, devletin sınır kapıları, petrol alanları, bakanlıklar ve işlevleri gibi birçok konuda anlaşmaya varılmıştı. Bu konuda yapılanlar Dürziler için olduğu kadar Aleviler için de örnek teşkil ediyordu. Kürtler başlattı, sıra Dürzilerde ve ardından Aleviler de bu federal yapıya ayak uyduracaktır. Tüm taraflar Rojava örneğinde olduğu gibi onlar da bu yapılarıyla Suriye’nin gelecek sisteminin federal yapılı olacağını gösteriyordu.

Colani Fransa’ya gittiğinde, Makron tarafından ağırlandı ve bu anlamlı davette Kürtler, SDG güçlerinin İŞİD’e karşı yürüttükleri mücadele, Rojava’nın önemi ve hakları hatırlatıldı. Rojava’da oluşan yapının ittifak güçleri açısından önemi vurgulandı. Bu adımlar önemliydi. Suriye’nin gelecekteki siyasal yapısına birer gönderme gibiydi. Bunun üzerinden bir ay geçmeden ABD Dışişleri Bakanlığı’ndan 130 milyon dolarlık ödeneğin Rojava’ya tahsis edildiği açıklandı. Fransa ve ABD resmî olarak bu Kürt bölgesinde, Irak gibi olmasa da benzer yapıda bir federal bölge kurulmasını hedeflemişti. Bu yaklaşım genel kabul görmüştü. Bu konuda Dürziler ve Aleviler de aynı haklardan yararlanarak bölgelerine bu tarzda bir biçim verme hazırlıklarına başlamıştı; Suriye’deki ve diasporadaki Alevi önderleri, uygulanan kıyımı atlatmanın bir yöntemi olarak uluslararası destekle federasyon kurulacağına inanıyorlardı.
Rojava tüm Kürtler tarafından kutsanan bir alandı. Rojava devrimi denilerek yapılan gösteriler, belediye başkanlık seçimleri ve tüm yapısıyla bir devlet gibi yönetiliyordu. Bu oluşumda Araplar, Süryaniler ve diğer azınlıklar da yer alıyor. Yönetim oldukça demokratik ve hak tanıyan özelliğiyle sağlam bir yapı oluşturuyor. Uzun zamandır Arap aşiretlerine dikkat çektim, bu aşiretler her zaman dönüş yapabilirlerdi; karşıt saflara katılarak yönetimde sorunlar oluşturabilirlerdi. Bu tehlike halen geçerli olmak kaydıyla Kürtlerle sıkı diyalog ve ilişkiler içinde bulunan aşiretler federasyonun sürmesinde etkendirler.
Rojava’yı koruyan, bu mücadelenin başında yer alan SDG güçleri elbette ki uygun bir fırsatta, koşullar elverdiği oranda Suriye’ye entegre olacaktır. Ama bu entegrasyon bölgenin korunmasını terk etmeyecektir. SDG güçleri Rojava’nın kalbinden çıkmıştır ve bu durum, onun bireyler olarak Suriye ordusuna katılmak için değil, birliğini koruyarak bölgenin güvenliği için var olacaktır. Bu güçler İŞİD’e karşı savaşta on binlerce şehit verdiler. Bu gerici tehlike hala en ağır saldırılarına devam etmektedir. Bu açıdan SDG güçlerini anlamak, özerk yönetimi anlamaktır. SDG güçleri üzerinde dönen fırtına Rojava’nın teslim alınmasıyla ilgilidir. Bu ise hiç olmayacaktır. Bu güçler yerelin korunması için var oldular, bölgenin demografik yapısını ve tüm özelliklerini üzerinde taşımaktadır. Bu açıdan SDG güçleri, bölgenin federal yapısının olmazsa olmazıdır. Bu güçlerin entegrasyonu, oldukları gibi korunmalı ve olduğu gibi merkezle iletişim içinde bulunmalıdır. Buna rağmen bu güçleri tasfiye etmek Rojava’nın yok edilmesi anlamına gelir ki buna asla onay verilmeyecektir.
Kürtlerin, kazandıkları bu alanı kolay kolay teslim etmeyecekleri açıktır. Bu konuda da deneyim sahibidirler. Türkiye başta olmak üzere, Colani yönetimi ve tüm yabancı silahlı çeteler uzun zamandır Rojava’ya karşı diş biliyorlar, bu örnek yapının tasfiyesi için hazırlık yapıp duruyorlardı. Türkiye, sınır komşusu olan bu oluşumdan akıl almaz tarzda korkuyordu. Türkiye, Suriye’ye yönelik şu ana kadar dört büyük askeri müdahalede bulunmuştur: Fırat Kalkanı Harekâtı (29 Ağustos 2016 – 29 Mart 2017), Zeytin Dalı Harekâtı (20 Ocak 2018 – 9 Ağustos 2019) Bahar Kalkanı Harekâtı (27 Şubat 2020 – 6 Mart 2020), Barış Pınarı Harekâtı (9 Ekim 2019 – 23 Ekim 2019). Bu müdahaleler her defasında yerleşim alanlarını istila etmekle, halkı yerinden etmekle ve halkın tüm haklarını ayaklar altına almakla sonuçlanmıştır. Şam anlaşması Afrin bölgesi işgaline son verecekti ancak bu, hâlâ gerçekleşmedi. Tersine, halkın malına mülküne el konularak ve tehcir ederek demografik yapı değiştirilmeye devam ediliyor.
Erdoğan Türkiye’si komşu Suriye üzerinde oyunlar oynayıp durdu. On binlerce eli silahlı cihatçı teröristle Suriye yönetimine karşı savaş yürüttü. Bu alanda Rojava’ya karşı her türden istilacı davrandı. Çünkü Türkiye’de Kürtler ayağa kalkmış, mücadele ediyorlardı, Rojava bir örnekti ve Türkiye bundan zarar görecekti. Dün olduğu gibi bugün de Rojava en büyük düşman olarak görüldü. Başkan Öcalan, silahları terk ederek mücadeleyi yeni boyuta taşırken Suriye Kürtleriyle ilgili bir şey dile getirmemişti. Ama Erdoğan durmadan, bıkıp usanmadan, Rojava’nın da bu kapsamda silah terk etmesi gerektiği üzerinde durdu. Şam yönetimini de etkisi altına alarak Rojava’nın teslim olması, silahlarını terk etmesi ve federal yapının tamamen yok edilmesini isteyip durdu. Bununla yetinmedi, ABD’nin özel temsilcisi Thomas Barrack’ı da etkisi altına alarak Rojava üzerine “Tek Suriye, tek ordu, tek halk, tek millet” diyerek yürüttü. Oysa Thomas Barrack’ın görevi, çevreleri yakınlaştırmak ve barıştırmaktır. Görüş belirlemek değil, kendi kanaatlerini, yıllardır oluşan bir yapıyı yıkarak aşağılık Colani’nin çıkarlarını gözetlemek değildir. Osmanlı’ya dizdiği övgü, “Osmanlı’da yaşam çok daha barışçıldı” demesi, bu tekçi anlayışın ürünüdür. Ayrıca bu adam Lübnan’ı da karıştıran söylemleriyle bölgemizde dolaşıyor. Lübnan’ın on yıllardır çözemediği Hizbullah’ın silahsızlaştırılması üzerine gösterdiği tutum, Lübnanlı siyasi yöneticilerin “bu iş öyle kolay yoldan çözülmez, zaman gereklidir, koşullar elverişli olunca bu mümkündür” demelerine aldırmadan, “ya şimdi çözersiniz ya da Lübnan, bölge güçleri tarafından kuşatılıp Hizbullah tasfiye edilir” diyerek ortamı geriyor. İşi gücü yıkım olan bu özel kişinin önerdiği her tez sadece yıkım getirir. Erdoğan’dan öğrendiği “tekçi” yaklaşım Suriye gerçeğinde hiçbir anlama sahip değildir. Rojava bu emperyalist söylemlere karşı direnecektir. Sonu nereye varırsa varsın bu kalpazanların dayatmalarına evet demeyecektir.
Bizler de bölgedeki bütün güçler de zor koşullarda mücadele ediyoruz. Bölgede çıkarları gereği bulunan ve burayı kendi çıkarlarına göre dizayn etmeye çalışan ABD, Fransa, İngiltere ve diğer güçlerin, çıkarları ile uyuşan kesimlere yardımlarını da anlamak mümkündür. Ama bunların asıl olarak emperyalist algıları olduğunu ve bölgede bulunmalarının asıl nedenin bu emperyalist hedefler olduğunu biliyoruz; kendi çıkarlarına zarar gelirse ya da devletlerinin çıkarına uygun olmayan bir sonuçla yüz yüze kalırsa destek sundukları taraf ne kadar haklı olursa olsun, onu terk ederek karşı taarruza girecektir. Emperyalist güçler, Rojava’ya saldırılarını artırarak sürdürecektir, buna ABD dahil tüm batılı güçlerde katılacaktır. Buna hazır olunmalıdır, bu saldırıların artacağını bilerek önlemler alınmalıdır. Kürtlerin büyük kazanımı yıkılırsa bu, Alevilere ve Dürzilere de acımasızca bir darbe olacaktır. Ancak biz inanıyoruz ki Kürtlerin yiğitleri bu fırsatı asla sunmayacaktır. Kürtler son yüzyılda kazandıklarını asla terk etmeyecektir. Kürtlerin direnişi Türkiye’nin özel çabalarla geliştirdiği sinsi planlara ve emperyalist güçlerle birlikte süren yıkım projelerine geçit vermeyecektir. Bu alçakça yaklaşımlar Rojava’yı asla geriletmeyecektir. Rojava bir halk iradesidir. Bu halkın iradesini hiçbir güç yıkamaz.
Yorumlar (0)
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.
Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu siz yapın!
