Atak Logo

Atak Menü

PKK’NİN 12. KONGRESİ; SAFLARIN DEĞİŞMESİ Mİ? (Mehmet Güzel)

09 Mayıs 2025, 19:57 | Yazar: Mehmet Güzel | Kategori: Ülke
PKK’NİN 12. KONGRESİ; SAFLARIN DEĞİŞMESİ Mİ? (Mehmet Güzel)

 

Devlet ile Öcalan arasında kurulan ilişki, Öcalan’ın PKK’ye silah bırakma ve kendini feshetme çağrısı yapması noktasına ulaşmıştı. Bu çağrı PKK’de karşılığını buldu ve tam da Devlet Bahçeli’nin önceden ilan ettiği tarihte PKK kongresinin toplandığı ortaya çıktı. Bahçeli çok önceden 4 Mayıs tarihini dikte etmişti, şimdi anlaşılıyor ki PKK, 5-7 Mayıs tarihlerinde kongre toplamış; ama Bahçeli’nin işaret ettiği Malazgirt’te değil, Kandil’de. Anlaşılan, aradaki bütün samimi ilişkilere rağmen henüz Malazgirt’te örgütün bütün liderlerini toplayarak devletin insafına teslim edecek kadar bir güven oluşmamış aralarında. 

 

Kongrede, Öcalan’ın talimatları doğrultusunda, silah bırakma ve örgütün kendisini feshetme kararlarını aldığı, bir haftalık bir gecikmeyle 12 Mayıs’ta açıklandı. Parlamenter zeminde görüşmelere aracılık etmiş olan DEM Parti bu sonuca ilişkin hem duyuruyu hem de memnuniyetini açıklayan ilk parti oldu. Onun ardından MHP, TBMM Başkan vekili Celal Adan aracılığıyla memnuniyetini açıkladı. 

 

PKK’nin, Kongre kararlarını kongrenin üzerinden bir hafta geçtikten sonra ancak açıklayabilmiş olması basit bir teknik sorun olarak görülemez diye düşünüyorum. Bu durum kongrede görüş birliği sağlanması konusunda önemli pürüzlerin yaşandığına işaret etti. Zira Kongre öncesinde PKK’nin bütün yönetici kadrolarının “sürece” ve Erdoğan yönetimine karşı çok ciddi eleştirileri ve beyanları olmuştu. Kürt hareketi içerisinde bu konuda kafaların çok karışık olduğu, ciddi şüphelerin yaşandığı, ikna olmamış çok büyük bir kesimin bulunduğu gözlemlenebiliyor. Ancak şu çok net: “şeffaflık”, “demokratiklik”, “parlamenter zemin” gibi çokça dillendirilen kavramlara rağmen bu “süreç” son derece gizli, şaibeli, pazarlıklı ve koşullu olarak yürütülüyor. Tarih, gizli pazarlıkların da halk lehine olmadığını gösteren sayısız örnekle doludur. 

 

Başta ifade etmek gerekiyor ki, silahların karşılıklı olarak sustuğu, ülkenin ve halklarımızın bütün sorunlarının siyasal ve demokratik zeminde çözüldüğü koşulların sağlanması devrimcilerin başta gelen hedefidir. PKK dahil bütün devrimci yapılanmalar, halkların temel sorunlarının çözümü doğrultusunda, siyasal alandan dışlandıkları için yasal zeminin dışında mücadeleye zorlanmışlardır. Yasal zeminde demokratik siyaset, demokratik koşullarda ve demokratik kurumlarla beraber yürütülebilir.  

 

Şu an ülkemizin içinde bulunduğu koşullar, bu sürecin demokratik bir çözüm ile sonuçlanabileceğine dair umut veriyor mu? Buna olumlu cevap verebilecek aklı başında tek bir insanın olduğunu sanmıyorum. Buna olumlu cevap verebilmek için ya çok uçuk olmak ya da kemikleşmiş bir taraftar olmak gerekiyor. Bu sürecin, siyasal olarak ömrünü tamamlamış, kitle desteğini yitirmiş ama devleti ele geçirmiş ve eli altındaki devletin yasal ve yasadışı aparatlarıyla siyasal zor uygulayarak iktidarını sürdürmeye çalışan AKP-MHP Siyasal İslamcı faşist diktatörlüğün ömrünü uzatma çabası olduğu tartışma götürmez şekilde açıktır. Bu yolla bu rejim hem ömrünü uzatacak hem de kurmakta olduğu Selefi İslamcı faşist rejimini kurumsallaştıracak. Kurumsallaşmak için ihtiyaç duyduğu Anayasa değişikliğini yapacak. Aynı zamanda ABD ve İsrail eliyle yeniden şekillendirilmeye çalışılan ve bu doğrultuda Ortadoğu’nun bütün direniş güçleri ve İran’ın hedefe alınacağı senaryoda güçlü ve yayılmacı bir rol üstlenmek isteyecek. 

 

Kürt hareketi sıklıkla “onurlu barış”, “demokratik çözüm” söylemlerinde bulunuyor ve son derece coşkulu bir tavırla atılan adımları olağanüstü abartılarla yüceltiyor. Adına “süreç” denilen ama neyin süreci olduğunda bile tarafların anlaşamamış oldukları bu garip gidişatta mevcut iktidarla onurlu bir barış, demokratik çözüm veya halklarımız lehine dişe dokunur olumlu bir adımın atılmasını beklemek son derece saflık olur. Muhatapların hiçbiri saf olmadığına göre bu durumda bu “süreç” kötü niyetli bir süreçtir. Bu “süreç”, basit birkaç göstermelik ödün karşısında ülkemizi, halklarımızı ve bölgemizi şimdiki koşullardan çok daha ağır bir Selefi Siyasal İslamcı faşizmin kurumsallaşmış haline teslim etmek sonucuna yol açacaktır. “Biz bu oyuna gelmeyiz”, “demokratik muhalefet safından ayrılmayız” gibi iyi niyetli yaklaşımlar saflık ifadelerinden öteye geçmeyecektir. ‘Kürt halkı bu ülkenin kurucu unsurlarından birisidir’ ifadesinin yerleştirildiği bir Anayasa taslağına Öcalan’ın onay verme çağrısı yapması halinde Kürt hareketinde bunun karşısında duracak hiçbir güç olamayacaktır. Bunun sonucu, mazlum olan bir hareket zalimin safında yer alarak zulmün bir aparatı haline gelecektir. Ortadoğu’da emperyalist ülkelerin iş birliğini savunan kişi ve kurumlar bölge halklarına karşı muktedir devletlerin propagandasını yapmaya çoktan beri başlamışlar bile. 

 

Ülkemizde devlet el değiştirmiş durumdadır. Devletin yeni egemenleri MHP-AKP ittifakı ile temsil edilen Siyasal İslamcı faşist güçlerdir. Yeni devlet şekli, geçmişteki faşist 12 Eylül Cumhuriyetine bile rahmet okutacak bir yapıdadır. CHP dahil eski burjuva sistem güçleri ve hatta sermaye kesimleri yeni devletin dışına itilmiş durumdadır. Bu koşullarda burjuva muhalefet dahil, yeni devletin dışına itilmiş olan toplumun her kesimine karşı akıl almaz bir saldırı yürütülüyor. Bu saldırılar, gariptir ki beraber “süreç” yürüttükleri Kürt halkına karşı da yapılıyor. Belediyeler Kayyım işgali altında, siyasetçiler cezaevlerinde, parti liderleri uydurma bahanelerle zindan hücrelerinde, haklarında kıyamet kadar tepki geliştiği halde milletvekilleri ve toplumun lider konumundaki siyasal temsilcileri serbest bırakılmıyor, her itiraz eden şahsiyet uydurma bahanelerle içeri atılıp nedamete zorlanıyor… Bu ülkenin birinci partisi olmuş CHP’nin liderine hem de Sırrı Süreyya Önder’in cenaze töreninde, iktidar tarafından saldırı organize ediliyor… Muhalefete ‘sokaktan çekil yoksa sokakları kan deryasına çevirmekten geri durmam’ mesajları veriliyor… Saflaşmanın bu kadar keskinleştiği ve daha da fazla keskinleşeceği kesin olan bu aşamada Kürt hareketi safını nerede belirleyecek? Bu sorunun soruluyor olması bile başlı başına bir güvensizlik göstergesidir. Ancak sürecin gelişimi, sadece bu sorunun sorulması ile sınırlı kalınmadığını, yeni süreçte tarafların saflarını ciddi olarak değiştirmekte olduklarını gösteren çok ciddi emarelerle doludur. 2010’da Anayasa referandumunda ‘boykot’ tavrı ile nasıl Erdoğan rejiminin önü açıldıysa, şimdi de siyasal olarak tükenmiş olan Erdoğan rejimine oksijen takviyesi yapılmaktadır. Bu durum, basit bir taktik hamle değildir. Ülkemizin, halklarımızın ve bölgemizin geleceğini zifiri bir karanlığa mahkûm ve Selefi İslamcı diktatörlüğe ipotek eden bir tavır olacaktır. 

Paylaş:

Yorumlar (0)

Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu siz yapın!