GÜNEY HALK MECLİSİ ÖNERGESİ (Mehmet Güzel)
Şeyh Salih Ali Suriye’nin Fransız işgaline karşı direnişinin kahraman lideri
Dünyamız hoyratça bir orta çağ karanlığına mahkum edildi. Uygarlık, insanlık, ulusal veya uluslararası hukuk, adalet, hakkaniyet gibi insanlığın ortak değerleri hükmünü yitirdi, rafa kaldırıldı. Yüzlerce yıl öncesinin ilkel ve barbar güç ilişkileri o insani değerlerin yerine dayatıldı. Hem dünya çapında hem ülkemizde ve özellikle bölgemiz Ortadoğu’da barbarlık, orman kanunları, keyfiyet ve vahşet egemen kılındı. Kimin gücü kime yeterse boğazını sıkmaya hatta kafasını koparmaya başladığı bir aşağılık ve çağ dışı dönem yaşanıyor.
Bu hoyratlığın ve zorbalık sisteminin başını ABD liderliğindeki Batı emperyalizmi çekiyor. Sadece kendilerine “demokrat” olan bu insanlık ve doğa düşmanı güruh bütün dünyayı ateşe veriyor. Nereye el atsalar kan, yıkım, ölüm ve zulüm egemen oluyor. Dünyanın en büyük ve en örgütlü kötülüğü emperyalist hegemonyadır. Bu hegemonya gücü küresel çaptadır ve girdiği bölgelere, işbirlikçileri aracılığıyla giriyor. Bölgemiz Ortadoğu’da bu örgütlü kötülüğün en büyük ve tehlikeli temsilcileri, başta İsrail olmak üzere, Türkiye ve Körfez ülkeleridir. Örgütlü kötülük olan emperyalist savaş makinası bu güçler eliyle bölgemiz Ortadoğu’yu kasıp kavuruyor. Tarihin en barbar dönemlerinde bile yaşanmayan boyutta vahşet, katliam, soykırım ve zulüm bu dönemde yaşanıyor. Erdoğan diktatörlüğü eliyle Suriye kan deryası yapıldı. Tarihin tanık olabileceği en ahlaksız saldırıları küresel güçler adına Erdoğan Türkiye’si yaptı. Oradaki halkımız bu zulmü her gün ve her an yaşamaya devam ediyor. 1990’dan günümüze Irak, Libya, Sudan, Kuzey Afrika ülkeleri, Filistin, Suriye ve Yemen halkları bu insanlık ve çağ dışı mezalimin hedefi oldu. Son yıllarda ise Filistin ve Suriye halklarında bu katliamların soykırım boyutunda zirvesinin yaşandığına tanık oluyor insanlık. Yaşananlar insanı insanlığından utandıracak hatta insanlıktan nefret ettirecek boyuttadır. Doğada hiçbir varlık insanın kendi türüne yaptığını yapmaz.
Dünyanın örgütlü kötülüğüne ve en gelişkin savaş ve ölüm mekanizmasına karşı Suriye’de 14 yıl boyunca destansı bir direniş sergilendi. Belki de dünyanın hiçbir ülkesinin yapamayacağı direnişi 14 yıl boyunca Suriye halkı sergiledi. Ama içteki önemli kimi nedenler ve özellikle de uluslararası güçler dengesinin pazarlıkları sonucunda netice itibariyle Suriye yönetimi yıkıldı, devlet çöktü. Gerek 14 yıllık direnişin gerekse de devletin yıkılışı sonrasının en ağır faturasını ödeyenler bu ülkenin Alevileri oldu. Dürziler ve Hıristiyanlar da ağır, hatta seküler Sünniler de kısmen bedeller ödedi. Ama tartışmasız bir şekilde Aleviler, en ağır soykırım sürecinden geçti ve halen bu süreç devam ediyor. İsrail’in Filistin’de yaptığı gibi HTŞ yönetimi ve Türkiye egemenleri el ele vererek gerek resmi Suriye askeri güçleriyle gerekse de çapulcu katil sürüleri eliyle Alevileri katletmekle yetinmiyor, namuslarına, şereflerine, kutsallarına saldırıyor, mallarından ve mülklerinden sürerek yurtlarından mahrum ediyorlar. Soykırımın gerekleri neyse eksiksiz uygulanıyor. Suriye’yi bu hale getiren katillerin baş sorumlusu ve organizatörü olan Erdoğan iktidarı Türkiye’de bizim başımızda egemendir. Bu etken tek başına bile halkımızın karşı karşıya olduğu tehlikenin büyüklüğüne yeterli işarettir. Halkımız Yavuz iblisinin döneminden bile daha büyük bir tehdit ve tehlike altındadır.
Alevilerin Suriye’de başına gelen musibet, örgütsüzlüğün ve silah bırakmanın sonucudur. Dünyanın bile hoyratlıkla, yani silah gücüyle yeniden şekillendirilmekte olduğu bu koşullarda örgütsüz ve silahsız olmak ölmeye mahkum olmakla eş değerdir. Suriye’deki Aleviler de diğer halklar da bu acı gerçeği ne yazık ki ölüm ve zulüm pahasına öğrendi. Halkımız öle öle, aşağılanmaya, tecavüze ve sürülmeye uğraya uğraya örgütlenmeyi öğrendi. Bu ders çok pahalı oldu. Ama buna rağmen halen yeterli örgütlülükten çok uzaktır. Sevindirici olan, eşikten bir adım atılmış ve bunun devamının geleceği umudu doğmuştur.
Ancak Türkiye sahasındaki durum içler acısı. Halkımızın tepkisi büyük. Duyarlılık olmadığı da söylenemez. Yanı başında akrabaları katledilirken bunun acısını halkımız derinden yaşıyor. Yaşananlara derin bir öfke birikmiş durumda. Katillerimizin, Türkiye’nin himayesindeki güçler olduğu bilindiği ve katillerimizin çok yakınımızda olduğunun bilinmesi, halkımız açısından tehlikenin çok yakında hissedilmesini sağlıyor. Bazen cihatçı kılıklı ve hatta silahlı karanlık çetelerin bölgemizde görülmesi, sıkça da provokasyon denemelerinin sergilenmesi bu tehlikeyi içimizde hissetmemize neden oluyor.
Suriye’de yaşanan ve halkımıza ölümü bütün dünyanın gözü önünde bizlere gösteren mezalime ek olarak halkımız depremde de ölüme terkedilmişti. Bu da yetmedi, deprem sonrası mallarına mülklerine el konuldu, mülksüzleştirilmek istendi, yaşanmaz koşullara mahkum edilerek göç edenlerin geri dönüşü engellenmek, göç etmemiş olanların göç etmesini sağlamak istendi.
Ülkenin genel siyasi koşullarında ise adaletsizlik, haksızlık, hukuksuzluk ve keyfilik egemen oldu. Siyasal İslamcı faşist bir sistemi egemen kılmak ve bunu kurumsallaştırmak isteyen siyasal iktidar kendisine muhalif olan herkesi yargı sopası ve siyasal zor ile pasifize etmeye çalışıyor.
Bu koşullar altında hoşnutsuzluk, tepki ve muhalefet yüksek ve tehlike çok yakında hissediliyor. Yani örgütlenme için gerekli olan nesnel koşullar son derece hazır. Ancak öznel koşullar sağlanamadığı için örgütlülüğe doğru gereken boşluk bir türlü giderilemiyor.
Nasıl Bir Örgütlenme?
Halkımız arasında her kurumun ve her siyasal çevrenin şöyle ya da böyle, az ya da çok örgütlenme çabası var. Ancak bu, halkımızın örgütlü olduğu anlamına gelmiyor. Tam tersine dağınık, parçalı ve bundan dolayı da kahır ekseriyetle örgütsüz olduğu sonucunu gösteriyor. Halkımız duyarsız değil, çok duyarlıdır. Tarih boyunca haksızlığa, zulme, katliamlara ve dışlanmaya maruz kaldığı için potansiyel olarak sistemlere muhalif bir yapıya sahiptir. Bu nedenle güney bölgesi, haksızlığa karşı tepkiyi barındıran potansiyeliyle sistem muhalifi olan devrimci yapılara destek sunan verimli bir potansiyel alan olmuş, devrimci kadrolar yetiştirerek Türkiye’nin diğer bölgelerini kadrosal olarak beslemiştir. Bu bölgenin bu yapısı, Cumhuriyet’in ilk yıllarında da böyleydi. Hatta ilhak öncesinde Liva İskenderun (Hatay) Fransız işgaline ve onun ardından Türkiye’nin ilhak sürecine karşı direnişçi liderler yetiştirmiştir. Zeki Arsuzi, Mehmet Ali Zarka gibi Suriye tarihinde ulusal liderler ve bunların yanı sıra ulusal çapta önemli yazarlar, şairler ve siyasetçiler bu topraklardan çıkmıştır. Bu bölge uygarlık, kültür, felsefe, sanat ve hatta spor alanında kadim tarihin eşsiz birikimleri üzerinde kurulu ve kesişme noktası olduğundan bu tarihsel mirası değişik şekilleriyle günümüze kadar taşımaktadır. Ölüm ve zulüm kültürünü dayatan barbar egemenlere inat uygarlık kültürü ile birikimini yaşatmaya devam ediyor.
Halkımız, mevcut olan çeşitli siyasi örgütlenmeleri dışlamadan ve bunlara alternatif oluşturma iddiasında bulunmadan hatta mevcutların varlıklarının zenginliğiyle ama bunları aşan boyutta bir Halk Meclisi örgütlenmesine yönelmelidir. Toplumun bütün kesimlerinin (emek, kadın, gençlik, inanç, meslek, akademik, vb.) temsiliyetini sağlayacak ve bu halkın bütün toplumsal sorunlarını sahiplenip sözcülüğünü yapabilecek yetkinlikte bir örgütlenmeye ihtiyaç var. Böylesi bir örgütlenme, ancak Halk Meclisi ya da Halk Kongresi şeklinde örgütlenebilir. Kağıt üzerinde ya da uzaktan kumanda ile kurulduğu sanılan örgütlenmelerden bahsetmiyorum. Böylesi örgütlenmelerin su üzerinde yazılan yazıdan daha fazla hükmü olmaz ne yazık ki. Bizzat toplum içinde ve toplumun aktif demokratik katılımıyla, her mahalle ve beldede seçim ve temsiliyet esasıyla oluşturulması gereken bir örgütlenme olmalıdır. Bu haliyle toplumun her kesiminden insanlarımızı, şeyhler, siyasi kişilikler, akademisyenler, kadınlar, gençler, emekçiler, iş insanları, aydınlar, sanatçılar olarak toplumun bütün temsiliyetini sağlayacak bir yapılanma olmalıdır.
Bu örgütlenme hem yasal hem de meşrudur ancak özgün koşullarda meşruiyeti temel olandır. Yasallığı dernek statüsünde ama meşruluğu meclis veya kongre kapsamında olmalıdır. Demokratik esaslara, kadın erkek eşitliğine, laiklik ve şeffaflık temeline dayanmalıdır. Toplumun farklı siyasal ve sosyal kesimlerini kapsayacağı için genel esasları geniş ve ana ilkelerde ortak kabule dayalı, farklılıkları kapsayıcı olmalıdır.
Bu örgütlenmenin başlatılması ve adım adım örülmesi zamanıdır. Hatta bunda geç bile kalınmıştır. En az yirmi yıl önce atmamız gereken bu adımı geç de olsa şimdi atmanın bütün koşulları mevcuttur. Bu adım için nesnel ve öznel koşullar kadar gerekli girişimci iradenin de olduğunu görüyorum. Kişisel hırs, dar grup çıkarı, kısa vadeli yararlar yerine toplumun örgütlenmesini temel alan, bu hedef doğrultusunda çaba harcayan, toplumun genel gelişmesiyle birlikte kişisel ve grup çıkarlarını da geliştiren, bu genel çalışmanın yanı sıra her kişi ve grubun kendi özgün çalışmalarını da özgürce yapabileceği bir örgütlenme yaratmak mümkündür. Böylesi bir örgütlenme, kendi finansal fonunu ve çalışma organlarını da oluşturabilir. Meclisin aldığı kararları Yürütme veya yönetim kurulu ile aktif ve seri çalışmalarını yürütebilir, gerekli alt komisyonlarıyla da ihtiyaç duyduğu her alanda çalışmalarını geliştirebilir.
Bu bir ön çağrı taslağıdır. Esas çağrıyı, hazırlanacak olan genel ilkeleri ihtiva edecek ön program niteliğinde genel çağrı metni ve toplumumuzun mümkün olan en geniş temsiliyet katılımına sahip çağrıcılar listesi yapmalıdır.
İlk adımı birlikte atarak tarihi bir yolculuğu başlatalım!
Yorumlar (0)
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.
Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu siz yapın!
