GARBİS ALTINOĞLU ANISINA (Fatma Pesent)
Fatma Pesent ve Garbis Altınoğlu
Ayrılığının üzerinden dört yıl geçti. Bugün yokluğunun beşinci yılına girdin Garbis. Bazı fotoğraflar birçok anıyı içinde barındırır. Bu resim de öylesi anılar zincirinin kapısını açan bir anahtar gibi.. Yıl 1990, gün 6 Temmuz’du. Antep Özel Tip Cezaevi havalandırmasında bayram dolayısıyla bir açık görüş günüydü. Enver Gökçe’nin “Bugün görüş günüdür / Telden tele mendil salla, el salla’’ diye yazdığı şiirindeki tel örgülerin iki tarafı da o gün için hükümsüzdü. Tel örgüsüz, demir parmaklıksız, güneşli bir açık görüş gününde ‘’Dost kardeş bir arada’’ydı.
Onlarca devrimci tutsağın idam dosyasının TBMM’ de onay beklediği aylardı. Onlarca devrimci canın hayatları, milletvekillerinin iştahla havaya kalkan kanlı ellerine teslim edilecekti. İdamlıklar listesinde, Ermeni bir devrimci olarak senin adın da infaz edilecekler arasındaydı. Birkaç yıldan buyana idamlar durdurulmuştu. Henüz yürürlükten kaldırılmadığı için egemen sınıflar ve onların iktidarları idam dosyalarını korkuluk gibi, devrimci tutsakların tepesinde sallandırıyordu. Bu nedenle, idam tartışmaları siyasal gündemin baş sıralarını yeniden işgal etmişti.
Açık görüşte çekilen bu görüntü, dönemin siyasal ikliminde tarihe kaydolmuş bir fotoğraf karesidir. O gün, görüş sırasında havalandırmada, ‘idam cezaları yeniden uygulanır mı?’ diye sana sordum. Sen her zaman yaptığın gibi, en kötü olasılığı dikkate alarak konuştun: “Darağacında veya başka biçimde ölüm, bir devrimci için onurdur. İnsanlığın kurtuluşu kavgasında bir can da benimki olursa, ölümü gülümseyerek karşılayacağım. Evrenin büyüklüğü ve sonsuzluğunda, biz birer toz zerreciği bile değiliz. Ufkumuzu uzak geleceğe, büyük ideallerimize odaklamalıyız’’ dedin. “Kazanılmış mevziler ve birikimlerin devrimci mirasını, bizden sonraki devrimci kuşaklara devretmekle yükümlüyüz. Sınıf mücadelesini adım adım ilerletmek, mevzileri büyütmek, kavgayı yükseltmek esas hedeftir’’ diyerek ölümü olağanlaştırıp hafifletmeye çabaladın. İdam olasılığına karşı böyle konuşman şaşırtıcı değildi. Bu sözlerle kendinden sonrasını, olası ölümüne de hazırlıyordun. Gidenlerimiz ve ölüme aday olanlarımız, geride kalacaklara her zaman bu tarz telkinlerde bulunurlar. Devrim ve sosyalizm kavgası yolunda yürüyen bir devrimci elbette ki, başka türlü düşünemezdi.
2019 yılında, sonsuzluğa yolculuğundan 28 yıl önce, cezaevi havalandırmasında idamla ilgili söylediklerin, senden doğan boşluğu ve ölüm acısını katlanılır kılacaktı. Olası ölümünü sıradanlaştıran ‘’Biz birer toz zerreciği bile değiliz’’ sözlerin bilince kazınacak denli güçlü anlam yüklüydü. Ama sen de biliyorsun ki, ölümü unutmak, hiç kimse için kolay değil. Her ölüm geride silinmeyen izler bırakır.
Cezaevlerinden mektuplar gönderiyordun. Sıklıkla dünya devrimci edebiyatı ve klasiklerinden, devrimci romanlardan direniş örnekleri aktarıyordun. Yunan iç savaşında yaşamlarını kaybedenler üzerine yazılan Kapetanius şiirinde ‘’Yoldaşlar beni sorarlarsa sana, / Bir kurşunun beni durdurduğunu söyleme onlara…’’diyen dizelerdeki hüzün ve kararlılığın altını çiziyordun. Bu şiir çok tanıdıktı. Benzer bir durumu senin de yaşamana çok az kalmıştı. 31 Aralık 1981 tarihinde yakalandığında, bir kurşun seni de durduramadı. O anda, polis kurşunuyla ölebilirdin. Kurşun sağ gözünü yaraladı, yüzünü sıyırıp geçti. Ölüm seni kovaladı; ama yetişemedi.
Bir başka mektupta yazdığın, Aleksandr Puşkin’ in Çadayev’e şiirindeki “Sönmedikçe içimizdeki özgürlük ateşi / Yaşadığımız sürece onur için / Yurdumuza hasredelim sevgili dostum / En güzel coşkularını yüreklerimizin” mısraları senin yaşamının özeti gibi. İşçi sınıfı ve emekçi insanlığın sonal kurtuluşuna olan umut ve inancınla, yüreğinin en güzel coşkusuyla, zengin ve birikimli bir ömür inşa ettin. 50 yıl boyunca acılı, ağrılı ve bir o kadar da sancılı mücadeleni ilmik ilmik dokudun.
Tutukluluğunun ilk aylarında, Metris E tipi cezaevinden Maraş işkencehanesine götürüldün. Orada 70 günlük işkence seni yıkamadı. “Nasıl ölmediğime ben de şaşıyorum!’’ dediğin Antep Kapalı Cezaevinde, bir ay boyunca aralıksız sınır tanımayan vahşi işkenceler seni yolundan alıkoyamadı. 6 ay boyunca İnsan sesinden uzak Sinop Kapalı Cezaevinin yeraltı hücreleri de seni susturamadı. Pusuda bekleyen ölüm, seni her an gölge gibi izlerken, onu her defasında uzaklaştırdın.
Beklenmedik mekan ve zamanda, 4 Ekim’de, ölüm seni kovalamaya başladı. 14 Ekim 2019 tarihinde, hastane odasında yakaladı. Yürüyerek gittiğin hastanede 73 yıllık yaşamın son buldu. Önce beynin durdu, sonra kalbin sustu. Bunun adı ölüm oldu. Zaman durdu. Mekan anlamını yitirdi. O birkaç dakikalık anı anlatabilseydin eğer, ‘’Nasıl öldüğüme şaşıyorum!’’ diyecektin, diyemedin…
Sen bir HAYMATLOS’sun Garbis!. Uyruksuz ve yurtsuz. Senin bir tek uyruğun var: Marksizm-Leninizm. Senin tek yurdun var: Bütün ülkelerin işçileri ve ezilen halkların birlikte kurtuluş kavgası.
50 yıllık mücadele ömründe yaptıkların, yazdıkların ve bıraktıklarınla Türkiye devrimci hareketinin tarihinde solmayan, eskimeyen, zamana yenik düşmeyen bir sayfasın. Yazdığın makaleler ve kitapların seni yeterince anlatıyor. Lenin’in deyişiyle ‘’Marksizmin temeli üzerinde durmayıp, onun üzerinde oturanlara, hatta oturmayıp yatanlara’’ karşı verdiğin ideolojik-siyasal mücadele ve savaşımda ‘’Kaleminin yazdıkları bir baltanın bile kesemeyeceği kadar sağlamdır.’’ Dolayısıyla seni senden daha iyi anlatamam Garbis! Biliyorsun ben senin öğrencinim. Her zaman öğrencin olarak kalacağım. Senden öğrenmeye devam edeceğim.
Bedenin toprak altında olsa da, yanındayım. Dünyayı yorumlama ve değiştirme çabanda, yazdıklarının, bıraktıklarının yanındayım.
Duyar mısın, hisseder misin Garbis? Aleksander Puşkin, çok sevdiğin Çadayev’e adlı şiirinin son dörtlüğüyle sana sesleniyor:
“Can yoldaşım inan mutlaka doğacak/ Göz kamaştıran o mutluluk yıldızı / Ve istibdadın yıkık duvarlarına / Bizim adlarımız kazınacak!’’
14 Eylül 2023
Yorumlar (0)
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.
Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu siz yapın!
