ÇAKALLAR ASLANLARIN TARİHİNİ YAZARSA (Mehmet Güzel)
Tarihi her zaman galipler yazar. Ve galip olanlar tarihi kendilerine göre çarpıtarak, hatta tersyüz ederek yazarlar. Bu süreçte haksızlar ve zalimler haklı ve mağdur, haklı ve mağdur olanlar da suçlu ve zalim olarak gösterilir. Yenilmiş, güçsüz olan taraf ise beyhude bir şekilde kendini anlatmaya çalışır ama sesi duyulmaz, sözü dinlenmez. Çünkü galip olan her şeye egemendir; bir tek onun sesi duyulur, onun sözü dinlenir, o ne derse doğru olarak algılanır. Seyit Rıza’nın idama giderken söylediği sözler bu durumu gayet açık bir şekilde yansıtıyor: “Ben sizin hilelerinizle, oyunlarınızla baş edemedim; bu, bana dert oldu. Ben de sizin önünüzde eğilmedim, diz çökmedim; bu da sizlere dert olsun!”
Benzer bir durum şimdi Suriye’de yaşanıyor. 14 yıl boyunca dünyanın bütün muktedir ülkeleri dünyanın en cani ve vahşi katil sürüleriyle Suriye’ye saldırdı. Bu güçler tarafından Suriye’ye ve halkına karşı insanlık tarihinin tanık olduğu en vahşi katliamlar ve insanlık suçları uygulandı. Sonuçta uluslararası muktedir güçler kendi aralarında komplo kurarak Suriye yönetimini devirdiler. Şimdi yönetimi ele geçiren kuklalar ve onları kullanan muktedir ülkeler yani dünün saldırgan, cani katil ve zalim güçleri dünya kamuoyu karşısına cici, şirin ve masum bir görüntüyle çıkıyorlar. Ülkelerini ve halklarını bütün bu saldırganlığa karşı savunma pozisyonunda direniş mücadelesi veren asıl masum ve mağdur olanlar ise cani, zalim ve kötü olarak yansıtılıyor. Nazım Hikmet’in Şeyh Bedreddin Destanı’nda yazdığı gibi; “yenenler, yenilenlerin dikişsiz, ak gömleğinde sildiler kılıçlarının kanını.” Güçlü olanlar, gücü ellerinde bulundurmanın avantajıyla zulüm yapar ve kendilerini masum gösterebilirler çünkü onların sözü duyulur. Mazlum ve güçten yoksun olanların ise ne kadar haklı olursa olsun ve kendilerini ne kadar anlatmaya çalışırsa çalışsın sesleri duyulmaz, sözleri dinlenmez.
Bu günlerde Mihrac Ural ve Mukaveme Suriyyi de bu anlattığım kapsam dahilindedir. Mukaveme Suriyyi ve lideri Mihrac Ural, Suriye’ye karşı yürütülen saldırılar karşısında tamamen sivil bir halk milis örgütlenmesi oluşturarak vatan savunması içerisinde yer aldı. Bu direnişten en fazla olumsuz etkilenen, Türkiye oldu. Çünkü Türkiye egemenleri 2015 öncesinde, destekledikleri, besledikleri ve organize ettikleri cihatçı katil sürüleri aracılığıyla Lazkiye’nin kuzeyini İdlib’in bir uzantısı olarak işgal etmek istiyorlardı. Mukaveme Suriyyi ise özellikle de bu bölgede bu saldırganların karşısında direniş sergiledi ve Türkiye’nin bu planını bozguna uğrattı. Bu nedenle Mukaveme Suriyyi ve Mihrac Ural her zaman Türkiye egemenlerinin karalama hedefinde oldu. Onu Banyas katliamıyla, ardından da Reyhanlı katliamıyla itham ettiler. Elleri altındaki yayın organları, yargı organları ve algı kampanyalarıyla bu ithamlarını ısrarla devam ettirdiler. Kamuoyu bunun tanığıdır. Ama ben bu algı çalışmasının içerden tanığıyım. 2013 yılında ben ve bir grup arkadaşım Suriye’ye karşı yapılan saldırganlığa karşı etkinlikler düzenlediğimiz için gözaltına alınıp ardından tutuklandık. Gözaltında ifadelerimiz alınmadan önce Banyas ve Reyhanlı katliamlarını Acilciler ve Mihrac Ural ile ilişkilendirmek için polislerin yoğun çabalarıyla karşılaştık. Özellikle beni, Mukaveme Suriyyi ve Mihrac Ural’ın bu katliamlarda sorumluluğu olduğu yönünde ikna etmek ve ardından bu yönde şüpheli de olsa tek bir cümle almak için olağanüstü bir çabayla, ısrarla ve uzun süre uğraştılar. Bütün bu olağanüstü çabaları karşısında başarısız oldular çünkü gerçek tamamen bunun zıddıydı.
Ama buna rağmen onlar algı yaratma çabalarına devam ettiler. Gerçeği tersyüz ederek sahte bir tarih yazma çabalarını sürdürdüler. Şimdi de aynı algıları, etkileri altında bulunan yayın organları aracılığıyla yeniden gündeme sokarak karanlık amaçlar güdüyorlar. Gerçek canilerle kol kola girerek hatta baş caniyi Şam hükümetinin başına geçirip Türkiye’de saraylarda ağırlarken en masum insani davranış olan vatan savunması yapmış insanları cani, katil olarak lanse etmeye çalışıyorlar. Bu algıları yeniden ve tekrarla ısıtıp, ödüller de vaat ederek vatanseverleri ele geçirme hesapları yapıyorlar. Onlar, devrimcilerin, davalarına inanarak ve her türlü zorluğu göze alarak yürüttüğü mücadeleyi ve arkasındaki motivasyonu anlayamazlar. Bu mücadelede yakalanma, yaralanma ve ölme riskini her şeyden önce göze alarak yola çıkıldığını unutuyorlar.
Kısa bir süre önce Birleşik Arap Emirlikleri’nde yayın yapan Meşhed adlı bir televizyon kanalında Banyas katliamında Mihrac Ural’ı suçlu gösteren bir video dolaşıma sokuldu. Video, Mihrac Ural’ın bir taziye esnasında yapmış olduğu konuşmalardan kesintiler yapıp montajlayarak bu algıyı yaratacak şekilde düzenlenmiş. Videolu haber Rami Abdulrahman imzasıyla yayına alınmış. Rami Abdulrahman, merkezi İngiltere’de bulunan ve 14 yıl boyunca Suriye’deki Esat yönetimine muhalif olan Suriye İnsan Hakları Gözlemevi kurucu ve sorumlusudur.
Bu haber ve haksızca itham üzerine Mihrac Ural, haberin altında imzası olan Rami Abdulrahman’a bir mektup göndererek gerçekleri anlattı. Gerçekleri anlatmak var olan algı yaratma çabasını ne kadar değiştirebilir? Bu konuda umudum yok doğrusu. Çünkü yapılan şey, farkında olmadan yanlış yapmak değildir. Tam tersine, bilerek gerçeği tersyüz ederek algı yaratmaktır. Bu nedenle haklıların sesleri zalim muktedirlerin karşısında duyulmaz. Yine de haklı, elbette haklılığını savunmaya devam edecektir.

Aşağıda Mihrac Ural’ın Suriye İnsan Hakları Gözlemevi yöneticisi, gazeteci Rami Abdullah’a gönderdiği ama hiçbir geri dönüş almadığı, olayların gerçekliğini anlatan mektubunu yayımlıyoruz.
“RAMİ ABDULRAHMAN’A ÖZEL MEKTUP
Konu; Ali Kiyyeli (Mihrac Ural) hakkında yapılan yalan – yanlış bilgilerle ilgilidir.
Sayın Suriye İnsan Hakları Gözlemevi sorumlusu Rami Abdülrahman!
Sizleri uzun yıllardır takip ediyorum, çalışmalarınızın değerli olduğu kanaatimi bildirmek isterim. Yaptığınız yayınlar Suriye halkı için can alıcı yanlara sahiptir. Sizi kutluyorum. Özellikle sürdürdüğünüz olumlu çalışmalar, haklı olanlara ilişkin ciddi destek oluşturuyor. Ancak konu bizatihi ben olunca olayı yakından takip etme ve anlatma gereği duyuyorum. Sizler yorum yapmadan, Meşhed TV’nin tamamen yanlı, tamamen kasıtlı olarak hakkımda yürütülen anlamsız propagandasını paylaşmış bulunmaktasınız. Benim bu mektubu yazmamın nedeni de sizin yorumsuz bile olsa yaptığınız paylaşımdır.
Hakkımda yürütülen karalama kampanyasıyla ilgili olarak bilmenizi isteyeceğim konu şudur; Banyas olaylarının hiçbir aşamasında olmadım, hayatımda hiçbir şekilde Banyas’a gitmedim ve hiçbir biçimde oradaki çatışmalarla ilgim olmadı. Bunu sizlere binlerce kaynaktan ispat etmem mümkündür. Benim bir karelik fotoğrafımın gösterilemeyeceğini buradan sizlere iletirim. Kaldı ki, dolaşıma sokulan videolarda, benim, oturduğum yerden, konuşmamı sürdürdüğüm yerden başka bir alan gösterilemeyecektir.
Banyas’ta vuruşan taraflar bellidir; bir tarafta Ordu güçleri ve “Difa’ el Vatani”, diğer tarafta ise teröristler bulunuyordu. Çatışan taraflar bunlar olunca bizlerin Banyas’a gelip müdahil olmamızın bir anlamı yoktu. Bu gerçeği ben ayrıca Banyas videomda da açıkça dile getirdim. Sizlere o video kaydının tümünü bu mektubun sonunda gönderiyorum. (Ek 1)
Bu videoda, “devlet isterse gidebileceğimizi, bunun için bir haftalık hazırlık gerektirdiğini” anlatıyorum. Bu kadar açık ve net olan anlatımlarım yerine kendi kirli propagandaları için videomun belli yerlerini keserek, askeri belirleme olarak dile getirdiğim “tahrir ve tathir” kelimelerini, mezhepsel anlamda “tathir” olarak ele aldılar. Oysa bu kavramlar belirli yerlerin kurtarıldıktan sonra gözden geçirilmesi ve temizlenmesi anlamında kullanıldı. Başka anlamı da yoktu.
Benim yaptığım yorumun tarihi Banyas olayları sırasında idi. Bizler Ali Yasin adlı bir arkadaşımızın babasının taziyesinde idik. Sabah taziyesini bitirdikten sonra ikinci bir taziyeye gitmiştik; şehit kardeşimiz Ali Halil’in taziyesinde öğle saatlerinde bulunduk. Yaptığım Banyas konuşması bu şehidin taziyesinde oldu. Videomu ön yargısız sonuna kadar dikkat ederek incelerseniz, bizlerin o taziye sırasında yaptığı sıradan bir vatan savunması konuşması olarak görebileceksiniz. Bu videoyu olayların tarafı olan Katar çevresinden El Jezire TV alıp propaganda mekanizmasına kattı. Oradan alanlar o malzemenin aleti olarak bizi karalamak üzere karalama kampanyasına alet oldular. Ben bu konuyu, ileride bir gün yargılama gündeme gelir düşüncesiyle, belgeleriyle birlikte toplayıp arşivledim. Bu arşivde, Banyas olaylarında yer aldığını söyleyen kişilerin, Türk yazarlarından Fehim Taştekin ile yaptığı röportaj da var. Röportajda yer alanlardan ikisi Hatim Ali ve Halim Stehte’dir. Bu kişilerle yapılan röportajda her şey açıkça dile getiriliyor. Bu röportajlar Fehim Taştekin’in AL MONİTÖR dergisinde yer almaktadır; yazının başlığı da şudur: “Suriye’de Savaş Baronları”. Bu yazının linkini mektubun sonunda veriyorum. (Ek 2)
Bana yöneltilen haksız, insafsız ve zalimce olan bu propagandaya sizlerin katılmasını doğru bulmuyorum. Lütfen imzanızı çekin, size yakışan da budur. Zulme karşı başlattığınız ve hala yiğitçe sürdürdüğünüz çabalara yakışan tutum da bu olacaktır. Bakın, sizin de yakından tanıdığı yoldaş Fatih Camus’u, bu dürüst insanı, ilkeleriyle tutarlı kişiyi şahit olarak gösteriyorum. Onu arayın. Fatih Camus’un benim hakkımda yapacağı beyan ne olursa, kabulümdür.
Bizler MUKAVEME EL SURİYYİ adlı yapıda yerimizi aldık. Bu yapı 4 yıl süresince, almış olduğumuz karar gereği, ordunun girdiği yerlerde dış terörist saldırılara karşı vatan savunması içerisinde yer aldı. Sorumluluğumuz saldırı değil savunmadır. Suriye vatanına dış güçlerin ve onların kuklası olan terörist katillerin saldırılarına karşı vatan savunması yapmak, bu tür sızmalara karşı nöbet tutmaktır. Tüm kadrolarımız doktor, mühendis, avukat ve değişik mesleklerden insanlardan oluşmaktadır. Mukaveme el Suriyyi sol görüşlü bir örgüttü, tüm dinlerden, tüm milliyetlerden katılımcıları vardı. Kadınlarımız bizimle birlikteydi, doğayı ve inanç merkezlerini korumak, eli silah tutmayan tüm insanları kollamak gibi ilkelerimiz vardı. Ama bu ilkeleri tanımayan, bilmeyen ve ilgisi olmayanların her türden saldırısına maruz kaldık. Bizler solcu idik ve ilkelerimize bağlıydık, bize sunulan yardımları da reddediyorduk. Bu konuda Fatih Camus’a sorabilirsiniz, Fatih Camus’un örgütünün gönderdiği maddi bir meblağı kabul etmediğimizi o da biliyor.
Aralık 2024’ten itibaren Suriye’de iktidarı ele geçirenler, Mukaveme El Suriyyi aleyhinde tek kelime bile etmediler. Bizim tüm eski üyelerimize “Türkmen Dağı Tugayı” özel olarak saldırdı. Bunlar Türk istihbarat elemanları olarak Suriye’de görev görüyorlardı. Beni ele geçirmeye çalışanlar da bunlardır. “Türkmen Dağı Tugayı” unsurları evimi ve yüzlerce yağlı boya tablolarımı, 10 000 (on bin) kitabımı, 45 yılda biriktirdiğimiz tüm eşyalarımızı, aklınıza gelebilecek her türden ev ve işyeri malzememizi çaldılar, yaktılar da. Kendi dünya görüşlerine göre bu, savaş ganimetidir, alırlar ve kimse buna ses çıkaramazdı!
Yakaladıkları bazı kişileri Türkiye’ye götürdüler, işkenceden geçirdiler ve sonuçta hiçbir olumsuz eyleme rastlamadıkları için gerisin geriye Suriye’ye iade ettiler. Türkiye kaynaklı bu güçler evlerimizi ve tüm varlıklarımızı gasp edip yerle bir ettiler. Geriye benim yakalanmam kalmıştı. İnsanlıktan nasibini almamış olan bu haydutlar sağa sola gönderdikleri Banyas videosuyla karalama yapmaya çalışıyorlar. Bunların Türk İstihbarat elamanları olarak Suriye’de yer almalarını şiddetle kınıyorum. Onurlu bir Suriye Devleti’nin, böylesi teşkilatları, derhal ellerinden silahları alıp tutuklaması gerekmektedir.
Bizler vatan savunduk. Bu vatana saldıranlara karşı dik durduk ve asla yanlış yapmadık. Kimsenin özeline müdahil olmadık.
Buradan Türkiye’nin beni istemesi üzerine gelebiliriz.
Geçmişte, 1980 öncesinde Türkiye’de ben yakalandıktan sonra, 3,5 yıl cezaevinde kaldım ve 1980 Temmuz başlarında Adana cezaevinden firar etim, kısa bir süre sonunda anavatanım Suriye’ye girdim. Suriye’de resmi kimlik sahibi bir Suriye vatandaşı oldum. Siyasi açıdan Liva İskenderun davasını savundum. Arkasında kararlılıkla durduğum bu davamı nereye gittiysem aynı kararlılıkla savundum. Aradan geçen 45 yıl boyunca Türkiye’ye yönelik fiili bir çaba içinde olmadım. Evet yoldaşlarım gelip gittiler, sol cenahtan olanlarla Liva İskenderun’un zorla ilhak edildiğini, halkının gerçek kanaatlerinin anavatandan yana olduğunu, Liva İskenderun’un ilhakı zamanında yapılan seçimlerde yürütülen tüm sahtekarlıkları, sahtekarlıkların boşa çıkartıldığını ısrarla anlattım. Ama sonuçta Fransızların çabasıyla, Türk ordusu 2500 askerle Albay Şükrü Kanatlı Liva İskenderun’a girdi. Girişiyle birlikte tüm seçim sonuçlarını yok saydı, Arapları mezheplerine göre ayırdı; Alevi, Sünni, İsmailî, Hristiyan! Türkleri de tek parça “Türk” diye sınıflandırdı. 40 kişilikli Meclisin 22 üyesi Türk, geriye kalan 18 kişiyi mezheplere göre ayırarak böldü. Bu sahtekarlığa karşı halk ayaklandı, şehitler verdi ama dinleyen yoktu. Liva İskenderun böylece “Hatay” olarak Türkiye’nin bir ili olarak ilhak edildi. Ben böylesi bir anlatım dışında Türkiye’yle ilgili bir şey yapmadım. Ama onlar beni yok etmek için, zaman aşımını doldurup işlevsiz hale gelen yargılama davalarını yeniden canlandırmak için ellerinden geleni yaptılar, yeni yeni yargılama davaları açtılar. Önemsemedim, 45 yıldır Demokrasi mücadelesi ve Liva İskenderun davası dışında bir şey yapmadım. Son olarak Reyhanlı olayını ahlaksızca sırtıma yıkmaya çalıştılar.
Reyhanlı olayı patlak verdiğinde henüz saatler geçmeden beni suçladılar. Bu tavır, pozitif tüm bilimlere aykırıydı. Hiçbir bilgiye dayanmadan suçlama yapmak işleriydi. Ben Reyhanlı olayını duyduğum an tepkimi ortaya koyan makaleler yazdım, bu olayı lanetledim. Tek amacı halkı katletmek olan böylesi bir eylemi asla tasvip etmedim. Kendi siyasal geleneğimizden yola çıkarak bu eylemi lanetledim. Benim bu tepkimi gören Reyhanlı yerel gazetesiyle de röportaj yaptım. Bana göre, bu çirkin eylemin tarafı olanlar; Türk istihbaratı ile İsrail el ele verip, para karşılığı satılmış insanları kullanarak karanlık senaryolar uğruna bu olayları gerçekleştirdiler. Yargılama dosyasında Türk istihbarat elemanlarının adları geçiyordu. Bu karanlık senaryonun temel amacı Hatay’da Alevi – Sünni çatışması yaratarak bu alanda demografik yapıyı değiştirme çabasıydı. Kullanılan kişiler arasında İŞİD’li olanların da yer aldığı açıktı. Ancak devlet ısrarla benim adımı ilk başa yazdırdı. Sonraki günlerde bu eylemi yapanların tümü yakalandı. 32 kişi bir biçimde bu eylemde yer almış. Bu 32 kişiden bir teki bile beni tanımazdı. Hiçbirinin ifadesinde yerim yoktu. Savcılar, ısrarla benim adımı ifadeye sokmak istediler ama tutuklananların hiçbiri benim hakkımda bilgi sahibi değildi, beni tanımazdı. Reyhanlı olayıyla uzak yakın hiçbir bağım yoktu, olamazdı da. Fakat faşist Türk devleti ısrarla beni işaret edip durdu. Gerçeği en doğru şekilde Türk istihbarat teşkilatı biliyordu, benimle ilgili hiçbir kişinin tek kelime bile söylemediği bu davada benim yerim yoktu. Hakkımda çıkarılan “tutuklama kararı ve ihbar edene ödül vaadine” kadar her türden zorba dayatmaları yapan Türk devleti, her zamanki gibi yalanlarla halkı boğmak istedi. Bu videoda dile gelen her şey yalandı ve kumpaslarla işlenmişti. Ben yargılanmaya da hazırım, bağımsız özgür bir mahkemeye kendim gelir ifademi veririm. Erdoğan’ın iktidardan düşeceği yıllar yakındır. Bu zalim insan, bu Allah tanımaz insan, bu görgüsüz zorba kişi yıkıldığında geleceğim ve ifademi vereceğim.
45 yıldır anavatanımda çalışan, siyaseti yazılarıyla takip eden bir insan olarak bana yapılanlar haksız ve insafsızdır. Bunlara inanmak onurlu insanların işi değildir. 32 kişisi yakalanmış olan Reyhanlı davasını lanetleyen biri olarak, bu davada yerim olmadı, olmayacak da.
Son sözüm açıkça şudur: Banyas olayında uzak yakın hiçbir ilişiğim yoktur, bu işi yapanları lanetledim ve kendileri açıkça yaptıkları röportajlarla bu eylemlerin faili olduklarını açıkladılar. Benim ya da benimle birlikte olanların uzak yakın hiçbir ilgisi yoktur. Yaptığım konuşmanın, vatan sever bir insanın teröristlere karşı, terör saldırılarını kınamaktan başka bir anlamı yoktur.
Türkiye’de aleyhimde yapılan tüm karalamalar asılsızdır. 45 yıldır Türkiye’ye gitmedim. Herhangi bir eylemde bulunmadım. Reyhanlı eyleminden 32 kişi yakalandı, bunların hiçbirinin polis, savcılık veya mahkeme sürecinde benimle ilgili tek bir sözleri olmadı, olamazdı da. Ben bunları tanımam. Ben siyaseti insanlar için yapıyorum, insan katli için değil. Reyhanlı eylemi insanlık suçudur. Bunu yapanlar haindi, pervasızca satılmışlardı. Türk devletinin bilinçli ve kasıtlı olarak beni suçlaması hukuki bir veriye dayanmamaktadır. Buradan ifade ediyorum ki, özgür mahkemelerde ifademin alınmasına hazırım. Özgür bir mahkemede bu davayla ilgili bir tek kişinin aleyhimde yer alamayacağı açıktır.
Sözlerimi böylece bağladıktan sonra sizlere yaptığınız işlerde başarı dileklerimi iletiyorum. Mihrac Ural (Ali Kiyyali) 12 Mayıs 2025”
Ek 1- Konuşmamın gerçek kaydı şudur, hatta bu da muhalif kanal tarafından yayınlanmıştır:
Ek 2- Gazeteci Fehim Taştekin’in Banyas Katliamı ile ilgili olarak katliamda rol almış kişilerle yaptığı El Monitör’de yayımlanan “Savaş Baronları” başlıklı röportajı:
Yorumlar (0)
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.
Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu siz yapın!
