Balkanlarda Aşırı Sağ Yükselirken: Solun Örgütlenme Zorunluluğu (İlkay Seven)
Balkanlar, tarihsel olarak Avrupa’nın çatışmalı sınır coğrafyalarından biri olmaya devam etmektedir. Etnik bölünmelerin, savaşların ve ekonomik bağımlılık ilişkilerinin şekillendirdiği bu bölge, 1990’larda sosyalizmin ardından hem siyasal hem sınıfsal olarak büyük bir boşluğa sürüklendi. Yugoslavya’nın dağılması sonrası kurulan yeni devletler, neoliberal politikaların deneme alanı haline geldi; özelleştirme, işsizlik, göç ve sosyal güvencesizlik, toplumların temel dokusunu sarstı. Bu süreç, 2008 krizi, pandemi ve Ukrayna Savaşı gibi gelişmelerle birleşince, geniş kitlelerde bir “geleceksizlik” duygusu yarattı ve yaratmaya devam ediyor. İşte tam da bu koşullar, aşırı sağın yükselişi için verimli bir zemin oluşturuyor.
Milliyetçi ve Otoriter Söylemler
Bugün Balkanların hemen her ülkesinde milliyetçi ve otoriter söylemler kamusal alanı işgal etmiş durumda. Örneğin, Sırbistan’da Aleksandar Vučić’in Sırp İlerleme Partisi (SNS), otoriter bir iktidar mimarisi kurarken milliyetçi duyguları sürekli canlı tutuyor. Vučić her ne kadar Batı’yla diplomatik ilişkilerini korur gibi görünse de, söylemlerinde “Kosova bizimdir” vurgusu ve Rusya’ya yönelik sıcak mesajlar hiç eksik olmuyor. Sırbistan’ın eski radikal sağ partileri – Vojislav Šešelj’in Sırp Radikal Partisi veya Dveri hareketi gibi – iktidar bloğuna doğrudan dâhil olmasalar da, söylem düzeyinde iktidarı sağdan belirlemeye devam ediyorlar.
Bosna-Hersek’te ise Milorad Dodik’in liderliğindeki SNSD, fiilen ayrılıkçı bir siyaset izliyor; Republika Srpska’nın Bosna’dan kopmasını hedefleyen açıklamaları hem ülke içinde hem de bölgesel ölçekte kriz yaratıyor. 2025 yazında Dodik hakkında verilen mahkûmiyet kararı ve hemen ardından ilan edilen erken seçim kararı, Bosna’nın yeniden bir politik sarsıntıya sürüklendiğini açıkça ortaya koymaktadır.
Diğer Balkan Ülkelerinde Durum
Diğer Balkan ülkelerine de göz atmak gerekirse, Hırvatistan’da da tablo çok farklı değil. 2024 yılında yapılan seçimlerin ardından kurulan yeni hükümette, aşırı sağcı Vatan Hareketi’nin (Domovinski Pokret) koalisyon ortağı olarak yer alması, Avrupa Birliği içinde dahi endişeyle karşılandı. Hükümetin “aile değerleri”, “geleneksel ahlak” ve “Sırp azınlıkla mesafelenme” temalarını sıkça öne çıkarması, aşırı sağın artık marjinal değil, merkezi bir politik güç haline geldiğini gösteriyor.
Bulgaristan’da Revival (Vazrajdane) partisi benzer bir rol üstlenmiş durumda; Rusya yanlısı söylemi, AB karşıtı tavrı ve göçmen karşıtlığıyla birlikte, 2024 seçimlerinde oy oranını yüzde 14’e yaklaştırarak üçüncü büyük parti konumuna geldi. Bu örnekler, Balkanlarda aşırı sağın sadece ideolojik değil, aynı zamanda kurumsal bir güç haline geldiğini açıkça ortaya koyuyor.
Solun Durumu ve Geleceği
Aşırı sağın yükselişini yalnızca milliyetçi reflekslerle açıklamak yetersiz olur. Sosyalistler olarak bakıldığında, bu hareketlerin işlevi açıktır: kapitalist sistemin derinleşen krizleri karşısında sınıf çelişkilerini gizleyerek, toplumsal öfkeyi “dış düşmanlara” veya “ötekilere” yönlendirmek. İşsizlik, düşük ücret, barınma krizi gibi yapısal sorunların nedeni olarak kapitalist sömürü değil, göçmenler, azınlıklar ya da “Brüksel bürokrasisi” gösterilir.
Aşırı sağ, burjuva devletin bir yedeği gibi çalışır; güvenlik aygıtları, medya ve dinî kurumlarla simbiyotik bir ilişki içindedir. Balkanlarda bu ilişki özellikle Sırp Ortodoks Kilisesi’nin politik etkisinde, Hırvat Katolik çevrelerinin milliyetçi söylemlerinde ve Bulgaristan’daki Rusya yanlısı medya ağlarında açıkça gözlemlenebilir.
Yeni Sol Hareketler
Peki sol bu süreçte nerede duruyor? Aslında Balkan solu, 1990’larda eski komünist partilerin ardından büyük bir kimlik krizi yaşadı. Romanya’daki Sosyal Demokrat Parti (PSD), Hırvatistan’daki Sosyal Demokrat Parti (SDP) ve Bulgaristan’daki Sosyalist Parti (BSP) gibi yapılar, geçmişin mirasını taşımalarına rağmen, neoliberal politikaları benimsediler. Bu partiler, emekçi sınıflardan koparak teknokratik, merkezci yapılara dönüştüler. Halkın bazı kesimlerinde “sol” artık işçi sınıfının değil, Avrupa fonlarıyla beslenen elitlerin sesi olarak algılanmaya başladı.
Ancak bu karanlık tabloya rağmen yeni sol hareketlerin doğmakta olduğunu görmek mümkündür. Hırvatistan’da 2017’de kurulan Možemo! (Yapabiliriz!) hareketi, Zagreb Belediyesi’ni kazanarak yerel yönetimde yeşil-sosyalist bir alternatifin mümkün olduğunu kanıtladı. Kentsel dönüşüm projelerine karşı direnişten doğan bu hareket, feminist ve çevreci unsurları birleştirerek genç seçmenlerin desteğini kazandı.
Sırbistan’da Ne davimo Beograd (Belgrad’ı Boğmayalım) hareketi, şehir merkezinde rant projelerine karşı başlattığı mücadeleyi ülke çapında bir demokrasi ve yolsuzluk karşıtı kampanyaya dönüştürdü. Bu büyük ayaklanmanın yansımları dünyanın her yerinde yankı buldu. 2023’te Green-Left Front adıyla siyasi partiye dönüşen bu yapı, parlamentoya girmeyi başaramasa da, muhalefet içinde özgün bir toplumsal sol ses oluşturdu. Bosna-Hersek’te ise Naša Stranka (Bizim Parti) ve feminist örgüt Crvena, etnik siyasetle hesaplaşan, laik ve eşitlikçi bir çizgide ısrar ediyor.
Sol Hareketlerin Güncel Zorlukları ve Örgütlenme İhtiyacı
Bununla birlikte, bu yeni sol oluşumların hâlâ sınırlı bir etkiye sahip olduğunu kabul etmek gerekir. En büyük sorun, örgütsel sürekliliğin ve bölgesel dayanışmanın eksikliği. Sendikal hareketler büyük ölçüde zayıflamış durumda; özelleştirmeler ve taşeronlaşma, klasik işçi örgütlenmesini neredeyse ortadan kaldırdı. Üniversitelerdeki öğrenci hareketleri ise dağınık, finansal kaynaklardan yoksun ve medyada görünmez. Feminist ve çevreci hareketler yerel düzeyde güçlü olsalar da, ulusal siyasetle bütünleşemiyorlar. Aşırı sağın sokaktaki etkinliği ve medya gücü düşünüldüğünde, solun örgütsel eksikliklerinin yanı sıra örgütlenmelere duyulan ihtiyaç daha da belirgin hale geliyor.
Bu tablo, örgütlenmenin aciliyetini ortaya koyuyor. Solun yeniden güç kazanması, yalnızca fikir düzeyinde değil, somut ve disiplinli bir örgütlenmeyle mümkün olabilir. Kitle çizgisine dayalı bir siyaset, halkın yaşadığı sorunları doğrudan gündemleştirmeli: yoksulluk, kira krizi, enerji faturaları, işsizlik ve sosyal hakların gaspı. Sınıf ekseninde yükselen talepler, milliyetçi bölünmelerin panzehiridir. Aynı zamanda birleşik cephe politikası –sendikalar, kadın hareketleri, çevreciler, azınlık hakları örgütleri, gençlik inisiyatifleri arasında ortak bir eylem hattı kurulması– solun gücünü artırabilir. Demokratik merkeziyetçilik ilkesiyle çalışan, yerel hücrelerden merkezi kararlara uzanan örgütlenme biçimleri, Balkan solunun dağınık doğasını aşmak için zorunludur.
Örgütlenmenin bir diğer ayağı, kadro inşasıdır. Sol hareketlerin sürekliliği, ideolojik birikimi sağlam kadrolarla mümkündür. Teorik birikim ile pratik eylem arasındaki bağ yeniden kurulmalıdır. Medya, dijital güvenlik, hukuk, yerel siyaset gibi alanlarda eğitimli, dayanıklı bir sol kadro yapısı yaratılmadan uzun vadeli ilerleme her zaman zor gözükmektedir. Aynı zamanda sendikal alanda da yeniden yapılanma gereklidir: turizm, inşaat ve tarım gibi sektörlerde çalışan mevsimlik ve göçmen işçilerin hak mücadelesi, solun sınıf temelini genişletebilir.
Aşırı sağa karşı ideolojik mücadele, sokakta olduğu kadar kültürel alanda da yürütülmelidir. Bosna-Hersek’te savaş suçlarının inkârına, Hırvatistan’da Ustaşa nostaljisine, Sırbistan’da Büyük Sırbistan mitine karşı tarihsel hafıza çalışmaları önemlidir. Kültür, sanat, eğitim ve medya alanlarında antifaşist bir kamusal bilinç inşa etmek, solun uzun vadeli meşruiyetini güçlendirir. Ayrıca bölgesel dayanışma ağlarının oluşturulması, Balkan ülkelerinde ortak mücadele zeminleri yaratabilir. Sırbistan, Hırvatistan, Bulgaristan ve Romanya’daki sol örgütlerin ortak kampanyalar yürütmesi –örneğin enerji yoksulluğuna, düşük ücret politikalarına ya da kadın cinayetlerine karşı bölgesel eylem günleri düzenlemesi– ortak sınıf bilinci oluşturmanın önemli bir adımı olabilir.
Sonuç
Balkanlarda aşırı sağın yükselişi yalnızca milliyetçiliğin değil, kapitalizmin krizinin ürünüdür. Ekonomik sömürüyle kimlik politikasını birleştiren bu hareketler, işçi sınıfını parçalayarak sistemin devamını sağlar. Solun görevi, bu parçalanmış bilinci yeniden birleştirmektir. Bu yalnızca bir “direniş” değil, aynı zamanda yeni bir toplumsal inşa sürecidir.
Örgütlenmek, bugün Balkan solunun varoluş koşuludur. Eğer sol hareketler dağınıklıktan kurtulup disiplinli, sınıf temelli, enternasyonalist bir hatta ilerleyebilirse, aşırı sağın yarattığı atmosferi dağıtmak mümkündür. Örgütlenmenin anlamı, yalnızca güç toplamak değil, geleceği yeniden kurmaktır. Balkanlar’da bu geleceğin, halkın kendi ellerinde yeniden şekillenmesi için sosyalist çizginin görevi açıktır: sınıf mücadelesini kimlik çatışmalarının gürültüsünden kurtarmak, işçilerin, kadınların ve gençlerin birliğini sağlamak, halkın devrimci öznesini yeniden hatırlatmak. Aksi halde, bugünün sessizliği yarının çok daha büyük krizlerinin habercisi olmaya devam edecektir.
Yorumlar (0)
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.
Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu siz yapın!
