Atak Logo

Atak Menü

ANADİL GÜNÜ VE HALKIMIZ (Mehmet Güzel)

21 Şubat 2024, 20:17 | Yazar: Mehmet Güzel | Kategori: Ülke
ANADİL GÜNÜ VE HALKIMIZ (Mehmet Güzel)

 

 

Uluslararası Anadil Günü’nde halkımın dili hâlâ esaret altında. Siyasal mücadele tarihimiz boyunca başta Kürt halkı olmak üzere ülkemizdeki bütün halkların ulusal hak mücadelesini savunduk ve bu hakların mücadelesini verdik. Elbette ki halkım olan Arap ulusunun hakları ve hukuku da mücadelemizin en önemli kapsamı dahilindedir. 

 

Ülkemizde Cumhuriyet ile birlikte Kilikya bölgesinde Arap halkının asimile edilmesi ve demografik yapısının değiştirilmesi için devlet eliyle bir program yürürlüğe konulmuştur. 1939’da sömürgeci Fransa’nın uluslararası hukuka aykırı olarak işgali altında tuttuğu Suriye’nin Liva ‘Skenderun (şimdiki adıyla Hatay)’ı Türkiye’ye hediye etmesi ve Hatay’ın ilhakı ile birlikte asimilasyon ve demografik yapının hızlıca değiştirilmesi politikası burada da uygulamaya sokulmuştur. 

 

Türkiye’nin asimilasyon ve demografik yapının değiştirilmesi politikası programlı, özel bütçeli, sistemli ve uzun vadeli bir devlet politikası olarak uygulanmış ve uygulanmaya devam edilmektedir. Bu politika için alınan kararlar, yapılan harcamalar, yapılan uygulamalar, görevlendirilen “Hars Komiteleri”, bu politika için Halkevleri’nin kurulması ve işlevlendirilmesi kararları devlet arşivine girmiş belgelerle sabittir. 

 

Başka halkların kanı, canı, kültürleri ve bütün birikimleri üzerine yeni bir uluslaşma yaratmak isteyen Türk Ulusçuları, 1800’lü yılların üçüncü çeyreğinden itibaren başta Ermeni, Rum, Pontus Süryani halklarının kıyımının kapsamını 20. yüzyılın başlarında genişleterek Kürt ve Arap halklarına da genişletmiş oldular. Kıyım ve zulüm, asimilasyon ve demografik yapının değiştirilmesi ile beraber yürütülmeye devam etti. 

 

Bu can yakıcı sorun mücadelemizin önemli kapsamı dahilindedir. Kürt ulusunun ulusal sorunu gibi Kıbrıs’ın işgal ve Hatay’ın ilhak altında olduğu tespiti mücadele perspektifimizin önemli bir kapsamıdır.  

 

Yayın faaliyetlerimizde, halk ilişkilerimizde, kültürel siyasal çalışmalarımızda, politik etkinliklerimizde gücümüz oranında bu perspektifle mücadelemizi yürüttük ve yürütmeye devam ediyoruz. 

 

 

 

Derneğimizde Arapça dil kursları, kitlesel mitinglerde Arapça pankart ve dövizler, Arap halkının taleplerini ifade eden sloganlar, Arapça müzik, tiyatro ve halkoyunları gibi kültürel çalışmalar, anadilde eğitim talepleri, Gadir Bayramı’nın idari tatil ilan edilmesi yönündeki (resmi dilekçe başvuruları dahil) basın açıklamaları ve mitingler, bu sorunu onlarca makale ile işleyen yazınsal çalışmalar, vb. bu mücadelenin bir boyutunu göstermektedir. 21 Şubat 2010 tarihinde Ankara’da “Demokratik Çözüm – Demokratik Türkiye” adlı ulusal bir konferansta da Arap halkının hak ve hukuku bildirgesini Türkiye kamuoyuna deklare ettik. 

 

 

 

Dünya emperyalist ülkelerinin tümü ve başta Türkiye olmak üzere bütün işbirlikçi ülkelerinin 2011’den bu yana Suriye vatanına yaptıkları alçakça ve vahşice saldırılar karşısında da bu alandaki yoldaşlarımız, tarihimizin en anlamlı ve önemli tavrını geliştirerek bölgesel bir direniş hareketi örgütledi. Yoldaşlarımız hepimizin adına zulüm ve katliamlara karşı yaşlı genç, kadın erkek demeden elde silah savunma savaşına girdi. Yoldaşlarımızın liderliğindeki direniş örgütü 115 civarında ölü, 315 civarında yaralı vermelerine rağmen dişe diş bir mücadele ile işgalci Türkiye’nin ve onun kiralık cihatçı katillerinin Lazkiye kuzeyini işgal etmelerine engel oldu. 

 

Aynı süreçte bizler Türkiye’de, yaygın ve etkin olarak Suriye’ye karşı yapılan bu saldırılara karşı direnişi yükseltme mücadelesi verdik. 2011 Haziran ayında Türkiye’nin koordine ettiği cihatçı örgütlerin Antalya’daki toplantısını basmak üzere Suriye’den gelen sivil toplum kuruluşları temsilcileriyle beraber Antakya’dan üç otobüs ile Antalya’ya gittik. Antalya’daki sivil toplum örgütlerini de harekete geçirerek sabahtan gece yarısına kadar kitlesel bir etkinlik yaptık. O dönemde bu eylemimiz gerek Türkiye basınında ama özellikle de Suriye ve Lübnan yazılı ve görsel basınında büyük bir yankı uyandırdı. Ardından Suriye’deki savaş boyunca Antakya, Adana ve Mersin’de ve bu kentlerin ilçelerinde sık sık mitingler, basın açıklamaları ve yürüyüşler düzenledik. Birçok etkinlikte devletin militer güçleriyle etkinliğe katılan halkımız kıyasıya çatışmaya girdi. Ankara’da Türkiye’nin yönlendirmesi ile cihatçıların organize ettikleri Suriye düşmanı gösterilere karşıt gösteriler de yaptık. 

 

 

 

 

Kilikya bölgesindeki Arap halkının bu tarihsel süreçte ortaya koyduğu toplumsal refleks, Devletin bütün asimilasyon çabalarına rağmen bu halkın ulusal değerlerini silemediğinin ve silemeyeceğinin kanıtı olmuştur. Halkımız kimi alanlarda kendiliğinden tepkilerini ortaya koymuş, Suriye vatanında halkının maruz kaldığı katliama karşı sesini yükseltmiştir. Toplumsal refleksin yüksek olduğu böylesi tarihsel anlarda bazen çağrı beklemeksizin, bazen de basit bir çağrıyla binler, on binler meydanlara sokaklara indi. Bu durum, bu halkın bir davasının olduğunu ve davanın arkasında bu halkın durduğunu gösteren çok önemli bir kanıttır. 

 

 

 

Yeri gelmişken belirtmeliyim ki; Antakya’da devrimciler ikinci kez bu kenti bir kitlesel katliamdan kurtarmıştır: 

 

Birincisi, Maraş katliamı sonrasında 1979’un başında Maraş’taki katliamdan çok daha kanlı bir katliam tezgahlanmak istenmişti. Bunun için silahlı ülkücü kadrolar bu kente taşınmış, silahlar depolanmış, ülkücü faşistler günlerce start işaretinin verilmesini beklemişti. O günlerde Abdullah Çatlı bölgeye gelmiş ve katliam girişiminde rol üstlenmişti. Ancak tüm denemelerde devrimcilerin sert cevaplarıyla karşılaşınca bu katliam gerçekleştirilememişti. Yıllar sonra bunun itirafları, bu katliamı gerçekleştirmek üzere gelip günlerce Antakya’da saldırı emri bekleyen kimi ülkücüler tarafından da yapıldı. 

 

İkincisi ise 2015’lerde IŞİD eliyle yapılması amaçlanan bir katliam ile Antakya’daki nüfusun dağıtılması amaçlanmıştı. Bu plan için Lazkiye’nin kuzeyi Türkiye sınırına kadar Türkiye’nin açık desteği, silah ve kadro transferleriyle cihatçıların işgali altına alınmak istendi. Bu başarılabilseydi, Suriye’de yapıldığı gibi IŞİD eliyle Antakya’nın Alevi yerleşim yerlerinde vahşi birkaç katliam yaparak bu bölgeden Arap Alevi halkının göç etmesi sağlanacaktı. Böylece demografik yapının hızlıca değiştirilmesi amaçlanacaktı. Bu dönemde Antakya’da halkımız bu tehlikeyi çok yakından hissederek yoğun bir savunma refleksine girmişti. Kim ne bulduysa sopasını küreğini hazırlamıştı. Toplumsal refleksin ortaya çıktığı bir tarihsel an yaşanıyordu. 

 

Suriye’de yoldaşlarımızın liderliğindeki Mukaveme Suriyyi’nin de etkin olduğu esaslı direniş sayesinde Devletin bu ulusal politikası ıskata uğratılmış, böylece Antakya ikinci kez büyük bir kitlesel katliamdan kurtarılmıştır. 

 

Bu tarihsel süreçte yürüttüğümüz bu mücadele tarihsel niteliktedir. Gün gelir bir basın açıklaması çağrısına beş on kişiyi bile bulamayabiliriz. Ama gün gelir böylesi tarihsel anlarda halkımızın kaderini belirleyen tarihsel adımları halkımızla beraber kitlesel olarak atabiliriz. Bu, halkımızla devrimcilerin her zaman et ve tırnak gibi iç içe olduklarının göstergelerinden birisidir. 

 

Bu yüzden Türkiye’de 27 Mayıs 2013’te henüz Gezi Ayaklanması başlamamışken Antakya’nın Gezi’si 2012’de başlamıştı. Ve Türkiye genelinde Gezi Haziran 2013’te sönümlenmişken Antakya’nın Gezi’si 2013 Eylül – Ekim’ine kadar sürmüştü. Bu direniş iradesi bu halkın ulusal ortak iradesidir. 

 

21 Eylül Uluslararası Anadil Günü vesilesiyle ifade etmeliyim ki; ülkemizin ortak Demokrasi sorunlarının bir parçası olarak da halkımızın özgün ulusal sorunları vardır ve bu halk sorunlarının çözümü için siyasal mücadele sürecinde davasının arkasındadır. Halkımız, özgün sorunlarının çözümü için özgün örgütlenmesini mutlaka yaratacaktır. Biz devrimciler bu sorumluluğu omuzlarımızda hissederek mücadele etmeye devam ediyoruz. 

Paylaş:

Yorumlar (0)

Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu siz yapın!