Atak Logo

Atak Menü

Alevilerin Burjuva Hukuku Karşısında Toprak Sorunu: Tarihsel Gasp, Sınıfsal Süreklilik ve Hukuki Meşrulaştırma (Haydar Avşar)

14 Ekim 2025, 16:31 | Yazar: Haydar Avşar | Kategori: Ülke
Alevilerin Burjuva Hukuku Karşısında Toprak Sorunu: Tarihsel Gasp, Sınıfsal Süreklilik ve Hukuki Meşrulaştırma (Haydar Avşar)

 

Giriş 

 

Alevi topluluklarının Türkiye tarihindeki konumu, yalnızca dinsel farklılıkla açıklanamaz; esasen bu farklılık, sınıfsal bir mülkiyet rejiminin kurucu unsurudur. Osmanlı’dan Cumhuriyet’e uzanan tarihsel süreklilikte, Aleviler hem üretici köylü sınıfı hem de mülksüzleştirilen topluluk olarak var oldular. Burjuva hukuk sistemi, Alevilerin tarihsel ortak mülkiyet biçimlerini tanımayarak bu mülksüzleştirmeyi meşrulaştırdı. 

 

Bugün dahi Alevi köylerinin önemli bir kısmı, tapusuz veya “hazine arazisi” statüsündedir. Bu durum yalnızca geçmişin kalıntısı değil, devlet eliyle sürdürülen sınıfsal bir sömürü biçimidir. 

 

— 

 

1. Osmanlı’da İlkel Sermaye Birikimi ve Mülksüzleştirme Mekanizması 

 

Osmanlı ekonomik düzeni, klasik kapitalist ilkel birikimden farklı olarak, mezhep temelli bir iç sömürgeleştirme biçimiyle işledi. 

 

Sünni merkez, vergi, müsadere ve tımar sistemi aracılığıyla üretici köylü sınıfların artı ürününe el koydu. 

 

Alevi ve gayrimüslim topluluklar, bu sistemin dışında bırakıldı; çünkü onlar merkezi otoritenin meşruiyetine karşı potansiyel tehdit sayıldı. 

 

“Kızılbaş” olarak damgalanan topluluklar, çoğu zaman isyancı olarak tanımlanıp askeri operasyonlara maruz bırakıldı; toprakları “mîrî” statüsüne geçirildi. 

 

Bu süreçte ilkel sermaye birikimi, üretim fazlasının değil, yağma, ilhak ve zorla el koymanın ürünüydü. 

 

— 

 

2. Şehir Bazlı Tarihsel Mülksüzleştirme Süreçleri 

 

Dersim 

 

Dersim, Alevi-Türkmen topluluklarının kolektif mülkiyet sistemini en uzun süre koruduğu bölgeydi. 1937-38 harekâtı sonrası yalnızca siyasi değil, ekonomik bir tasfiye yaşandı. 

 

On binlerce dönüm arazi “devlete geçti”. 

 

Alevi ocaklarının arazileri Orman İdaresi ve Hazine adına tescil edildi. 

 

Göç ettirilen ailelerin topraklarına 1950’lerden itibaren devlet kadrolarına ve taşra eşrafına tapu verildi. 

 

Sivas – Tokat – Amasya – Çorum 

 

Bu bölge, Safevî etkisi bahanesiyle Osmanlı’nın erken ilhak politikalarının merkezidir. 

 

16. yüzyıldan itibaren Alevi köyleri “cezalandırma” gerekçesiyle yakılmış, topraklar Sünni sipahilere tahsis edilmiştir. 

 

19. yüzyılda Tanzimat’la birlikte, bu topraklar özel mülkiyet sistemine devredilerek taşra burjuvazisinin ilk nüvelerini oluşturdu. 

 

Cumhuriyet döneminde bu bölgelerde “Alevi köyleri tapusuz”, “Sünni köyleri tapulu” hale getirildi. Bu ayrım, mülkiyet rejiminin sınıfsal karakterini yansıtır. 

 

Maraş – Malatya 

 

Maraş ve Malatya, Dulkadiroğulları mirası üzerinden Osmanlı’ya entegre edildi. Bu süreçte Alevi-Türkmen aşiretlerinin toprakları el değiştirdi. 

 

Osmanlı ve sonrasında Cumhuriyet, bu bölgelerde Sünni Kürt ve Arap aşiretlerini taşra otoritesi olarak konumlandırdı. 

 

Böylece, Alevi-Türkmen köylüler mülksüzleşti, Sünni aşiret reisleri taşra kapitalistlerine dönüştü. 

 

Bugün bu bölgelerdeki büyük toprak sahiplerinin kökeni, 16. yüzyıl müsaderelerine kadar uzanır. 

 

Ege ve Akdeniz Beylikleri (Aydın, Denizli, Antalya, Isparta, Muğla) 

 

Aydınoğulları, Menteşeoğulları ve Teke beylikleri, Osmanlı merkezine bağlandıktan sonra Alevi-Türkmen nüfusun ortak üretim alanlarına el koydu. 

 

Bu bölgelerde Aleviler, ziraat ve hayvancılıkla uğraşan üretici sınıf iken, beylikler aracılığıyla vergiye ve mülkiyet kaybına zorlandılar. 

 

Cumhuriyet döneminde bu miras, büyük çiftliklerin ve tarım burjuvazisinin oluşumuna zemin hazırladı. 

 

Karadeniz (Tokat, Amasya, Kastamonu, Sinop) 

 

Candaroğulları ve Tacettinoğulları döneminde başlayan mülkiyet merkezileşmesi, Osmanlı kayıt sistemiyle tamamlandı. 

 

Alevi ve Heterodoks toplulukların çoğu, dağlık bölgelere sürüldü. 

 

Devletin tapu defterlerinde bu araziler “mültezim mülkü” olarak geçti, böylece Alevi üretici sınıflar ekonomik olarak görünmezleştirildi. 

 

— 

 

3. Cumhuriyet Dönemi: Hukuki Gaspın Modernleşmesi 

 

Cumhuriyet, görünürde laiklik temelinde Osmanlı düzenini yıkarken, aslında Sünni-merkezli mülkiyet düzenini sekülerleştirdi. 

 

1925 Tekke ve Zaviyelerin Kapatılması Kanunu, Alevi kurumlarını fiilen ortadan kaldırdı. 

 

Ocak arazileri, türbeler, vakıf malları “devletleştirildi”. 

 

Bu mallar daha sonra Diyanet, belediye ve Hazine adına tescil edildi. 

 

1930’larda çıkarılan Tapu Kanunu ve Kadastro çalışmaları, Alevi kolektif mülkiyet biçimlerini tanımadı. 

 

Sonuçta Aleviler, hem mülkiyet hakkından hem kurumsal temsilden mahrum bırakıldı. 

 

— 

 

4. Burjuva Hukuku ve Sınıfsal Meşruiyet 

 

Türk Medeni Kanunu (1926/4721), mülkiyeti yalnızca bireysel tapu hakkı olarak tanımlar. 

 

Alevi topluluklarının kolektif mülkiyet biçimleri (imece, ocak toprağı, köy ortaklığı) bu sistemde yok hükmündedir. 

 

Dolayısıyla, devlet eliyle yürütülen tarihsel gasplar, burjuva hukuku tarafından “meşru mülkiyet” haline getirilmiştir. 

 

Bugün bile: 

 

Hazine’ye ait binlerce arazi, gerçekte Alevi ortak topraklarının devamıdır. 

 

Alevi türbeleri, Diyanet veya belediye mülkü olarak görünür. 

 

Kolektif mülkiyetin hukuken tanınmaması, Alevilerin ekonomik ve politik temsilini engeller. 

 

— 

 

5. Uluslararası Hukuk Perspektifi 

 

Uluslararası hukukta (BM Yerli Halklar Bildirgesi, ILO 169) kolektif mülkiyet biçimleri meşru hak olarak tanınır. 

 

Türkiye bu sözleşmeleri ya onaylamamış ya da iç hukukuna aktarmamıştır. 

 

Bu nedenle, Alevilerin tarihsel-topluluk temelli mülkiyet biçimleri, hem ulusal hem uluslararası hukuk açısından korumasız durumdadır. 

 

— 

 

6. Sınıfsal Sonuç: Devlet Eliyle Burjuvalaşma ve İç Sömürgecilik 

 

Alevi topraklarının el değiştirmesi, yalnızca inançsal değil, ekonomik bir yeniden sınıflaştırma sürecidir. 

 

Sünni seçkinler, devlet kaynaklarıyla taşra burjuvazisine dönüştü. 

 

Aleviler, mülksüzleştirilmiş köylü sınıfına veya kent yoksullarına dönüştü. 

 

Bu, klasik kapitalist üretim ilişkilerinden farklı olarak, devlet eliyle yürütülen iç sömürgeleştirme biçimidir. 

 

 

— 

 

7. Sonuç: Alevilerin Toprak Sorunu, Ontolojik Bir Sorundur 

 

Alevilerin toprak kaybı, yalnızca ekonomik değil, ontolojik bir kopuştur. 

 

Toprak, Alevi ontolojisinde yalnızca mülk değil; doğayla, hakikatle, cemle ve insanla kurulan bir birlik alanıdır. 

 

Bu bağın devlet eliyle kesilmesi, Aleviliğin varoluş biçiminin parçalanması anlamına gelir. 

 

Gerçek çözüm, yalnızca mülkiyet iadesi değil; kolektif mülkiyet biçimlerinin tanınması, 

 

Alevi kurumlarının özerk olarak yeniden inşası ve mülkiyetin sınıfsal-teolojik temellerinin aşılmasıdır. 

 

Toprak sorunu, Aleviler için yalnızca “mal” değil, varoluşun ortak zemini meselesidir. 

 

— 

Paylaş:

Yorumlar (0)

Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu siz yapın!